Hyunjin, çalışma masasının başına oturdu ve birikmiş evraklarda gezdirdi gözlerini. Bu sıralar işlerini çok fazla erteliyordu. Evrakları bir köşeye ayırdı ve derin bir nefes aldı. Kolunu kendine çekti ve gömleğinin uçlarını sıvadı. Fakat dirseğinin çarpması sonucu yere düşen mektup yığınının çıkardığı tok ses, dikkatinin dağılmasına yetmişti.
Yavaşça yere eğildi ve aldı mektup yığınını. Eski mukavva kağıdına yazılmış, inci yazılar dikkatini çekmişti. Mektupların sıkıca birbirine bağlandığı siyah kurdeleyi yavaşça söktü.
Parmakları, eski mukavva kağıdının üzerinde gezindi bir süre. Ona kim mektup yazabilirdi ki? Merakla açtı mektuplardan birisini. Karşılaştığı tarih, ağzından şaşkın bir nidanın kaçmasına sebep oldu.
Sadece okudu ve okudu. Kendisinden izin almadan akan gözyaşlarını hissetti bir süre sonra. Diğer mektuplara göre yeni olan kağıdı çıkardı ve güçsüzce önüne bıraktı.
Henüz dün yazılmıştı bu mektup. Gözleri korku ile gezindi kağıdın üzerinde. Mukavva kağıdının üzerinde yer edinmiş gözyaşı izleri, kalbinin ve ruhunun titremesine sebebiyet verdi.
Mektubun sonunda durdu parmakları. 'Sonuçta, Her karanlık kendisini sonlandıracak şafağın tohumlarını göğsünde taşır.
Ben seni göğsümde taşımama rağmen, karanlığımı dindiremedin. Sadece uzaktan öylece ışık tutmakla yetindin.
Kendi ışığın sana kalsın, Lavinia. Belki kendini sonlandırarak bir şafak bulamazsın' beyninde defalarca kez tekrarlandı bu cümleler. Vücudu titredi. Kendisine duyulan saf aşk ile ruhunun titrediğini hissetti. Gözyaşları, mektup sahibinin izleri ile karıştı. Silik izler tazelendi.
Okudukları öyle ağır gelmişti ki güzel gence, bir süre olduğu yerden kıpırdıyamadı. Güçsüz adımlarla oturduğu koltuktan kalktı. Sevsek ama bir o kadar da hızlı adımlarla evinin çıkışına doğru yürümeye başladı. Paltosunu özensiz bir şekilde üzerine geçirdi ve Han Nehrine doğru koşmaya başladı. Bardaktan su boşalırcasına yağan yağmur bile durduramadı genci.
Ağlıyor muydu yoksa yağmur damlalarının bıraktığı bu masum hissiyat mıydı gözlerinden akan şeyler? Bunu idrak edecek kadar kafası yerinde değildi. Dudağından çaresiz bir hıçkırık koptu. Nehrin kenarında öylece dikilen çilliyi görmesiyle, daha fazla dayanamadan dizleri üzerine çöktü. Ardı ardını kesilmeyen hıçkırıklarını saklayamadı. Sırtını Han Nehrine dönmüş, boş gözlerle kendisini izleyen adam, bütün ruhunun acılar içerisinde kıvrılmasına sebep oldu.
"Mektupların bu kadar hızlı ulaşacağını düşünmemiştim, Lavinia."
İçinde acı barındıran bir gülüş sundu ve Nehre doğru bir adım daha attı. Yıllardır gözünden sakındığı aşkının, gözleri içerisine ezberlemek istiyormuş gibi baktı.
"Yalvarırım bana öyle seslenme. Uzaklaş oradan Felix, yalvarırım." Hyunjin, acı bir çığlık bıraktı. Ellerini saçlarına götürdü ve ardı ardını kesilmeyen özürler mırıldanmaya başladı.
Gözyaşları arasında çaresizce başını iki yana salladı. Nehrin ucundaki genç, gözlerindeki boşluk ile onu izlemeye devam etti. Ayağa kalkıp çilliyi durduracak gücü bile bulamıyordu kendinde. Ya da sâdece buna cesaret edemiyordu. Elinden gelen tek şey, dizleri üzerinde ağlamak oldu.
Felix, sönmüş gözlerini son kez gezdirdi sevdiceği üzerinde. Her bir noktasını ezberlemek ister gibi derin baktı. Biraz daha bakarsa adımlarının tereddüt edeceğini bildiğinden, yavaşça kapadı gözlerini.
Gözlerini kapattı ve son adımını attı nehre doğru. Sanki bir melekmiş gibi, ruhunun kanatlanıp uçtuğunu hissetti. Eş zamanlı olarak Nehrin başındaki gençten güçlü bir çığlık yükseldi. Sanki gökyüzü iki gencin ruhundaki kasveti anlamış gibiydi. Dudağından düşen her çığlığın ardından, bir şimşek işitti kulakları.
Delirdiğini, nasıl bu kadar kör olduğunu sorguladı. Elleri son bulduğu gücüyle telefonunu yokladı ve ambulansı aradı. Kısa süre içinde etrafını siren sesleri kapladı. Nehirden çıkarılan soğuk beden, titremesine sebep oldu. Korkak adımlarla yaklaştı sedyede yatan ölü bedene. Cebindeki siyah kurdelenin bir ucunu yırttı. Özensizce yırtılmış kurdeleyi, titreyen elleriyle ölümünün bileklerine bağladı. Diğer ucunuda kendi bileklerine bağladı.
Narin ve bir o kadar ince bilekleri tuttu ve sayılı öpücüklerini bahşetti.
Vücudu daha fazla dayanamadı. Öylece yere yığıldı sedyenin başında. Han Nehrinin kıyılarında yaşanan karmaşa, boğulacakmış gibi hissetmesine sebep oldu. O diye geçirdi içinden, O beni çok güzel sevdi, sevmeyede devam ediyor.
Ben, kendi karanlığımı sonlandıracak bir şafak göremiyorum, Felix.
O nasıl karanlığı sonlandıracak bir şafak olabilirdi ki? Asıl karanlık kendisiyken.
🦋
Yıllar sonra bütün ölümlülerin arasına karışmış, güzel bir mezar taşı haline geldi, Yongbok.
Ve onun aşkı her daim şöyle anıldı;
'Bir çiçek kadar narin, bir ölüm kadar gerçekçi..'
ŞİMDİ OKUDUĞUN
born to die, hyunlix
Fanfiction"Her karanlık, kendisini sonlandıracak şafağın tohumlarını göğsünde taşır."