"Neden yaptın bunu?" hayal kırıklığıyla sorduğum soruyu umursamadan tırnaklarını törpülemeyi sürdürdü. "Anne," dedim, sinirimi baskılamaya çalışırken, "Sana diyorum."
Yine hiç oralı olmayarak sehpadan içeceğini aldığı sırada uzanıp bardağı tuttuğum gibi odanın bir köşesine fırlattım ve "Neden koltuk takımlarını geri gönderdin!" diye bağırdım. "Onları bize babam almıştı. Bu bok götüren evde, yaşadığımız rezilliği biraz olsun dindirebilmek için!"
Eski koltuk takımlarını komşuların yardımıyla geri yerleştirdiği yetmiyor, bir de gururla onlarda oturuyordu. Nihayetinde arkasına yaslanırken "Benim o adamın aldığı hiçbir şeye ihtiyacım yok." demesiyle şuh bir kahkaha attım.
Sanki evden çıkıp çalıştığı varmış gibi geçmiş karşıma onurlu bir kadın gibi davranıyordu. Gülüşlerimi durduramadığım esnada kendimi tutamayarak "Keşke bana karşı da bu kadar gururlu olsan." dedim. "Keşke bana karşı da bu kadar saygılı olsan, keşke bana karşı da bu kadar..." titrek bir nefes alıp "Senden nefret ediyorum." dedim.
Tek geliri babasından kalan emekli maaşıydı. O parayla değil bana kendine bile bakamıyordu. Daha lise birinci sınıfa giderken aldığım bursu bile öğrendiği gün, "Bu bize yetmez, çalışmaya ne dersin?" diye sormuştu. "Hem meslek öğrenirsin."
O günleri hatırlayınca canım yeterince sıkkın değilmiş gibi üstüme daha çok yük bindi. "Keşke babanın sana bıraktıkları kadar babamın da bana bir şeyler bırakmasına izin versen." dedim, ondan uzaklaşırken, "Kendini düşündüğünün onda biri kadar beni düşünseydin bugün bu halde olmazdım."
Yere burnu düşse eğilip almayacak kadın, dikelip "Ne varmış halinde?" diye direttiğinde "Görmüyor musun?" dedim. "Staj yapmam gereken sene de senin her önüne gelen kağıda imza atmandan dolayı çalışmak zorundayım." 'Geri zekalı gibi dolandırıldın ve bunun bedelini ben çekiyorum!' diye haykırmak istesem de, yine zora düşüp intihar edeceğim diye konuşmasını dinlemek istemediğim için düzgün konuştum.
Annem silkelenerek "Bu benim hatam değildi," deyince "Olay esnasında fakültede ders çalışan benim hatam mıydı?" diye sordum. Tırnaklarını törpülemeye son verip o çok sevgili koltuğundan kalktı. Bir beni bir kendini işaret ederek "Ben bizi kurtarmaya çalışıyordum." dedi.
Bu en katlanamadığım sözüydü ya zaten.
Bizi bıraksa babam kurtarırdı.
"Babam," dedim, onu süzerken, "Boşanınca ilgini çekmeyi bıraktı, değil mi? Şimdi de kendi aklın sana yetmediği için bunları yaşıyoruz."
Yıllarca metreslik yaptığı adamı, babamı, geçmişini, hatırlayınca kasıldı. "Sen," deyip bana yaklaştığında ne yaptığını anlamadığım için çatık kaşlarla onu izledim. Ta ki yanağıma yediğim tokada kadar. Başım sarsılıp yana düşerken "Benimle böyle konuşamazsın!" diye bağırdı bana.
"Benim ne yaşadığımla ilgili hiçbir fikrin yokken bunları söylemezsin. Ben senin için nelere nelere katlandım." konuşmayı sürdüreceği esnada elimi kaldırıp susmasını işaret ettikten sonra "Babam boşanana kadar onu her gece bu eve almanın nedeni benimle oynamak istemesi değildi, onunla odaya geçip ihtiyaçlarını," bir tokat daha yediğimde sustum.
Bu ettiğimiz en büyük kavga olabilirdi.
"Ne düşünüyorsun?" diye duyduğum sesle iç çektim. "Zühal, falcı az sonra gelecek. Merak etme istediğin her konuda fikir sahibi olmanı sağlayacaktır." şu an sadece bu gece nerede kalacağımı bilmeye ihtiyacım vardı. Annemin harika bir evlat sevgisine sahip olduğunu, o tartışmandan sonra kafamı dağıtmak için dışarı çıkıp gezip döndüğümde, benim yerime eşyalarımı bavula tıkıştırıp kapıya koyduğunda bir kez daha görmüştüm.
O kadar akıllı bir kadındı ki koltukları evden çıkaracağı günü, maaş günüm olarak ayarlamıştı. İş yerindeyken ona kiranın yarısını, elektrik ve su faturasının ise hepsini göndermiştim. İstediğinden, yoksa bunlar akşam eve gelmeyi de bekleyebilirdi. Birde mutfak masrafları için para istemişti de atmıştım. Hatıralarıma düşünce sinirden gülmeye başladım.
Belki de bırakmalıydım, intihar etmeliydi.
Böylelikle ben de kurtulurdum.
Her şeye rağmen bir gün onu görememe fikri kalbimin acımasına neden olurken suratım ekşidi. Annemi sevebilmek için sadist olmak gerekiyordu ve sanırım o ben de bol miktarda vardı. Belki de sadece alışkanlıktı. Tırnaklarımla, tırnak etlerimi geri ittirdiğim sırada masaya düşen gölgeyle ürperdim. "Sen geçen gün gelip geri dönen kızsın." dedi, yabancısı olduğum kadın.
Umursamaz bir edayla "Buranın önünden geçmişimdir. Yoksa bu deli saçması şeylere ayıracak vaktim yok." dediğimde arkadaşım yani Ekim omzuyla omzuma vurdu ve "Bakmayın onun kusuruna, şakacıdır benim arkadaşım." dedi.
İçimden 'Şu an göz göre göre dolandırılıyorum.' diye geçirirken tarotçu kadının kartlarını çıkardığını gördüm. Kalkıp gitmek ve kalmak arasında gelgit yaşadığım esnada orta yaşlarını aşkın, sıradan bir insan gibi gözüken, bilge kadın kağıtları masaya yaymak suretiyle bana "Seç üç tane." dedi.
Banka kartımdaki son altı bin lira kalbimi sızlatırken onunla bir ay geçirmem gerektiğini anımsayarak "Umarım bu fal pahalı değildir." diye fısıldadım ve kartlara uzandım. Gözüme güzel gözüken üç taneyi alıp ululuğuyla gözleri parlatan kadına uzattım. Yıllarını bu mesleğe vermişçesine bir edayla kartları tutup uzun uzadıya inceledi. İncelerken çatılan kaşlarıyla dönüp tartarcasına bana baktı. "Güzel de bir kızsın, kaderin niye böyle ki?" diye homurdandığında Ekim'e dönüp "Kesin ölüyorum." diye heyecanla konuştum ve 'Çak' yaptım.
Fakat Ekim benim aksime gayet ciddiyetle kadını dinlediğinden beni de o ciddiyete davet eder gibi baktı. "İki gram güldük diye girdikleri tripleri bak." derken silkelenip beni süzen kadına gözlerimi diktim. "Ee?" dedim, kendimden emin bir edayla arkama yaslanırken, "Ne görüyorsun orada? Hayatı boyunca fakir kalacak bir Zühal mi? Şu an giyindiklerime bakma, ben elbet bir gün o yanından bile geçemeyeceğin köşklerde oturacağım."
Annem olmasaydı otururdum da.
Neticede babamın tek çocuğuydum ama annem her seferinde öyle bir konuşuyordu ki babamın yanına gitmek şöyle dursun onu sevip sevmediğimi bile bir an için düşünemiyordum. Dudağımın içini stresle dişlediğim sırada bacağımı sallamaya başladım. Doğal yollarla zengin olmak neredeyse imkansızdı. Bu yüzden sefil bir şekilde geberip gideceğimi tahmin etmek zor değildi.
Tarotçu kadın "Senin kaderinde ikinci kadın olmak var." diye konuşunca gözlerim kısıldı. "Hadi be oradan." dedim, annemin berbat öyküsünü anımsarken, "Ben kimsenin yedeği olmam. Kimseye karısından sıkıldığında beni becermesi için evimi açmam. Doğru bak şuna."
Kadın kartlarda bir kez daha göz gezdirdiğinde Ekim'de uzanıp göz ucuyla baktı. Kadın, Ekim'in meraklı olduğunu anlayınca kartları ona göstererek "Bu ne demek biliyorsun, değil mi?" diye sordu. Ekim başını sağa sola sallarken "Benim daha ilk ayım." diye konuştu. "Henüz 78 kartın hepsini ezberlemedim ama siz bana anlatın, ben Zühal'e açıklarım."
"Türkçe'yi Türkçe'ye mi çevireceksin?" dediğimde "Şşşt, sen sessiz ol!" diye çıkıştı bana. "Burada çok önemli bir iş yapıyoruz."