kim taehyung.

27 3 54
                                    

güzelliği ciddi derecede dillere destan, güzel sarı saçları ve her gün sırtından ayırmadığı o beyaz hırkasıyla kendini gözler önüne seriyor, en ufak ilgiyi bile üstüne çekiyordu. o sarı saçlarını okşamayı o kadar seviyordum ki, pamuk şeker kadar yumuşak ve nahifti. bazen gözlerinin önüne düşüyordu, nasırlı parmaklarımla kulağının arkasına yerleştiriyordum. ki o buna nazaran nasırlı ellerimin yüzünde gezmesini çok seviyordu. incecik beli ve incecik elleri vardı. dokunduğum an kırılacak gibiydi. kıyamıyordum bile elini tutmaya, belini sarmaya, sarılmaya. bir aşığın en zor durumda olabileceği tek şey budur eminim ki. karşında, görüyorsun, kontaklarının içini inceliyor ama dokunamıyorsun. sadece buluştuğunda ve eve dönerken sarılmak yetmiyor. kokusu öyle nahif, öyle hafif ki. burnumun direğinden ayrılmasın istiyordum sürekli. ayrılmıyordu da zaten. hayali olarak hep benimleydi kokusu.  en nadide çiçeklerin birleşimi gibi kokuyordu. ve diğer feminen erkeklere nazaran hiç makyaj yapmıyordu. feminen erkek gibi de giyinmiyordu. ne mini bir eteği, ne de kısacık tişörtleri vardı. o vintage'ın tanrıçasıydı. uzun etekleri veyahut kumaş pantolonlarıyla, bedenini süsleyen takıları ona yetiyordu. ha bir de beyaz hırkasını unutmayalım. başlarda, neden onun için bu kadar önemli olduğunu anlamıyordum fakat bana hikayesini anlattığında gerçekten kayda değer bir torun olduğunu fark etmiştim. o benim aksime neler hissediyordu, hiç bilmiyordum. dört yıl beraberdik, beraber takıldık, asla beceremeyeceğim çizimleri beraber yaptık, gitar çalmayı öğretmeye başladım, piyano öğretti bana. motoruma binmesi için çok zorladım ancak asla binmedi. açıklamasını da asla yapmadı. bir gün açılma konusunda hazırlanmıştım.

'sen ürkek misin be oğlum? erkek adam dediğin korkmaz, alır sevdiğini karşısına, söyler derdini. bir de yanına bir çiçek; gerçi o çiçeklerin en güzeline bile layık olamaz, gözümde kendisi biricik bir çiçek zaten. onu onunla hediye etmek aptalca olur.'

ama çiçeklere bayılırdı. ben de bir gün buluşmamıza papatya demetiyle gitmiştim. çok beğenmişti ama öleceklerini sürekli düşünmekten çiçeklerin güzelliğine odaklanamamıştı. o, ona yazdığım şiirleri okurken, tam cümlelerimi toparlamış, hislerim hakkında konuşma yapacakken parmaklarıyla susturmuştu beni. bense incecik parmaklarına bırakmıştım dudaklarımı. gülümsediğimde o da gülümsemişti. sanıyorum ki korktuğu çok fazla şey vardı. ama ben de jungkook'sam, korktuğu şeylerin hepsini yok edeceğime dair kendi kendime tam da o gün söz vermiştim.

"hadi ama jungkook! ben binemem motora, ben korkarım, ben ağlarım, sense sıkılırsın çabuk. kızarsın bana. uzaklaşırsın."

o gün ellerini tutup öyle bir şey olmayacağını inandırmaya çalışmıştım. ancak inanmasını sağlamak için gerçekten zor birisiydi.

uzun süre dinlediği şarkıları beraber dinledik. benim aksime çok yumuşak ve sakin şarkılar dinliyordu, kendisi gibi. kolay kolay jazz ve yumuşak şarkı sevmezdim. ama önerdiği tek bir grubu çok sevmiştim. o yokken, sırf onu hissedebileyim diye onu hatırlatması için dinliyordum. çok bilinmeyen bir grup olduğunu, kimseye önermeyeceğime dair söz vermemi istemişti. bense verdim. çünkü dinlediği şarkıları beğenebileceği tek kişi bendim. ne namjoon hyung, ne de yoongi hyung sevmezdi. biliyordum çünkü ne tarz dinlediklerini.

onlar da bu değişimime çok şaşırmıştı. asla üzerimden çıkartmadığım deri ceketlerim, bir anda siyah hırkalara dönüşmüş; elimden düşürmediğim o sigaram, kahve aromalı şekerlere dönmüştü, dakika başı küfür edip duran adam, ağzından kim taehyung lafını çıkartmaz olmuştu. taehyung'a deli gibi yanık olduğumu biliyorlardı, kim olsa anlardı.

flower gardenia, tkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin