3

49 12 21
                                    


.・。.・゜✭・.・✫・゜・。..・。.・゜✭・.・✫・゜・。.

Acaba kaçsam beni yakalayabilir miydi? Muhtemelen hayır.

O denizci benim adamda bana karşı koyamazdı. Tabii yanında bir silah yoksa. Ki bu durumda ona bir silah verdiklerini düşünmüyordum. Bu yüzden yanına gitmeye karar vererek ağaçtan atladım.

En fazla cazibeme karşı koyamaz ve kölem olurdu yani.

3 metreden hiç zorlanmadan atladığımı gören adam en ufak bir şaşırma emaresi göstermeden yanıma geldi.

Boyu benden birazcık daha uzundu. Ve yıllarca adada yaşayan kişi ben olsam da teni benimkinden birkaç ton daha koyuydu.

Onun üstünde denizci kıyafetleri varken benim üstümde sadece kısa pantolonum vardı ve koyu tenimle harika bir uyum sağlayan karın kaslarımı dışarıdan ben görecek olsam kalkmıştı şimdiye.

Herif ise yüzüme kenetlenmiş aşağıya bakmıyordu bile.

"Do you speak English?" dedi bok gibi bir aksanla. Ancak aksanından anladığım kadarıyla Koreliydi.

"İngilizce biliyorum ama kulak sağlığım için korece konuşmayı tercih ederim" dedim olağanca ukalalığımla. Dur az kalçamı çıkıklaştırayım. Yıllar sonra böyle bir misafirim olmuş sonuçta :)

Korece konuşmama başta şaşırsa da bunu belli etmedi. Bir şey söylemesini bekledim ama o da ne söyleyeceğine karar verememiş gibiydi. Bu yüzden ilk soruyu ben sordum.

"Sen de kimsin, adamda ne işin var?"

Adam bu soruyu duyunca bir kaşını alayla havalandırdı.

"Senin karşında king of the ocean duruyor küçük, konuşmana dikkat et"

Yıllardır Snow'a karşı gösteremediğim çirkef yüzümü ortaya çıkardım ve ellerimi belime koyarak aynı alaycı bakışlarla baktım ona.

"Asıl sen konuşmana dikkat et, şuan benim adamdasın ve senin karşında da king of the island duruyor"

Bu çıkışımı beklemiyor gibiydi. Ama bunu pek belli etmedi.

"Senin adan mı? Eh bunu tasdik eden bir belge var mı?"

Belge mi? Bu yarram kendini ne sanıyor öyle.

"Var tabi belgem, bak" diyerek sanki bir şey çıkaracak gibi elimi cebime attım.

Adam buna gerçekten çok şaşırdı. Ve ben de yüzüme en büyük gülüşlerimden birini oturtarak adamın yüzüne sesli bir şekilde nah çektim.

"Bu da neydi şimdi?" diye sordu sakince.

"Bu Türk bir arkadaşımdan öğrendiğim selamlama hareketi" diye yutturmaya çalıştım. Bu vesileyle onu her gördüğümde suratına nah çekebilirdim.

"Nah işaretinin anlamını biliyorum ufaklık. Kimi kandırdığını sanıyorsun"

Gülüşüm yüzünde solarken hemen konuyu değiştirdim.

"Ben Han Jisung. Ama arkadaşlar bana kısaca Jis derler."

"Arkadaşlar?" diyerek tek kaşını kaldırdı.

O anda üstümüzden geçen papağan sürüsünü elimle gösterdim.

Deli olduğumu düşündüğüne emindim. Ama deli olup olmadığımdan pek emin değildim

"Sen kendini tanıtmayacak mısın?"

Yukarıdan bakan bir tavırla halen kafasında olan oldukça zevksiz şapkanın ucunu tuttu.

"Ben Lee Minho. Okyanusların hakimiyim"

"Belki bir zamanlar öyleydin. Yani korsanlar seni bir adaya bırakana kadar-"

"O adamlar daha birkaç gün önce okyanusun en büyük korsanı olan benim emrim altında olan hainlerdi!" diye sözümü kesti bir hışımla.

Ve daha fazla bir şey söylemeyerek gerisingeri sandığına doğru yürüdü.

Yazık lan. İki güne delirir bu adam burda. Gerçi muhtemelen korsanlar gemisini alınca zaten delirmiş. Baksanıza kendini korsan sanıyor. Yazık zavallı

"Bak ne diyeceğim, hava kararmak üzere gel sana biraz yiyecek vereyim"

"Yardımına ihtiyacım yok küçük kendi işine bak"

Aman be! Bi de bunla uğraşcaz sanki. Akşam yemeği saatim geçiyor benim.

"Geberip gidecek açlıktan, gururunu sevsinler senin"

















Kings Of The Island, MinsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin