Taylor Swift-Daylight
Tarihin eskimiş sayfalarında hep bir acı vardır,kimi insanların haykırışı,kimi insanların gözyaşları,kimilerininde yenilgileri...Öyle yenilgiler vardır ki ruhunun rengini soldururdu,öyle haykırışlar vardır ki ruhunun sesini sustururdu ve öyle acılar vardır ki ruhunu senden alırdı.Büyük kederler insanın mutlu olduğu zamanlarda çıkar,ruhunun içine sızıp bedenine ulaşırdı.İnsanlar yaraydı,insanlar şifaydı ve insanlar en büyük umuttu.
Önümdeki beyaz kağıdın mürekkebi masaya bulaşmıştı,bunu umursamadan önceden yazdığım kelimelere yenisini ekledim.Siyah mürekkepli kalem her beyaz sayfaya değdiğinde açık kahverengi renkli masaya izini bırakıyordu.Kelimeler parmaklarımdan kağıda akıyordu,aklımdan geçen her serzeniş,cümlelerime dokunup,beyaz kağıda yansıyordu.Yazmak,bana kendimi yanlız hissettirmeyen tek şeydi.Yazmak,ruhumu anlatmak,kağıtların arasına bırakmak gibiydi,sakin ve ılık hissettiriyordu.Yazmak,cümlelerimin ete kemiğe bürünmüş haliydi...Elimde tuttuğum mürekkepli kalem,beyaz sayfanın son satırına geldiğinde parmaklarım duraksadı,ruhumda hissettiğim ılık sakinlik yerini kocaman boşluğa bıraktığında kelimelerimin tükendiği son cümleyide yazmıştım.
"Şeytanın kederi kıyamet günü başlar...."
Sadece kelimeler değil,ruhumun en derinine sızan o acı da tükeniyordu.Beyaz kağıdı masanın üstünden aldım.Yazdıklarıma bir daha baktığım da yüzümde hafif ama acının rengini belli eden bir gülümseme oluştu.Ruhum,sanki sayfalarının son satırındaymış gibi azalıyordu geriye ise büsbütün boşluk kalıyordu.Kağıdı elime aldığımda,omzumda yazdıklarımın kocaman bir yükü vardı,kağıdı iki elimin arasına alıp yavaş bir şekilde ikiye katladım,yüküm biraz daha artmaya başladı.Göğsümün ortasına kezzap düşmüş gibi bir his oluştuğunda kağıdı çoktan beyaz zarfın içine yerleştirmiştim.Derin bir nefes,dudaklarımdan çıkıp içinde bulunduğum küçük,kasvetli odaya dağıldı.Ayağa kalkarak taş duvarlardan yapılan küçük odanın içinde dolandı bakışlarım,odanın penceresi olmadığı için içerisi havasızdı.Beni hapsettikleri sarayın en alt katında bulunan odadaydım.Hangi zaman diliminde olduğumu bilmiyordum fakat bildiğim tek birşey vardı,burada ölümün bile zamanı olurdu. Elimdeki zarfın yükünü omuzlarımda daha fazla hissetmek istemediğim için masanın hemen yanında bulunan demiri paslanmış ranzaya ilerledim.Eğilip ranzanın altında buraya geldiğim ilk günden beri sakladığım altın sarısı,kare şeklinde olan kutuyu aldım.Kutunun üstünde ve etrafında bu zamana kadar hiç anlayamadığım semboller ve yazılar vardı.Çokta yumuşak olmayan ranzanın üstüne oturup,kilitli olmayan kutunun kapağını açtım,içinde bana annemden armağan kalan özel taşlardan yapılmış ay simgeli kolye bulunuyordu,parmak uçlarım mavi renkli kolyeye dokunduğunda ay simgesi parladı.Gözlerimi kıstığım sırada,parmak uçlarımda hafif bir sıcaklık oluştu,vakit kaybetmeden kolyenin üstüne zarfı koydum.Simgenin parlaklığı parmaklarımı çektiğimde sönmüştü.Kutuyu kapatıp aynı şekilde aldığım yere koydum tam o sırada ince duvarların arkasından gelen adım seslerini işittiğimde hızlı bir şekilde ranzanın üstüne geri oturdum.Demir kapının kilit sesi kulaklarıma doldu, duruşum aniden dikleşti,bakışlarım hep olduğu gibi taş duvarlarda sabitleşti.
Kapı açıldığında bozuntuya vermeden duvara bakmaya devam ettim.Kimin geldiğini çok iyi biliyordum bu yüzden gözüm bir kez olsun kapıdan tarafa kaymamıştı.Masanın üstündeki tek mum odayı aydınlatıyordu,baktığım duvarda onun gölgesi hareket ettiğinde tam önümde onun vücudu belirdi.Bakışlarımın odağı artık duvar değil,onun gri kazağındaydı.Yüzünü görmem için başımı kaldırmam gerekti fakat gözlerim karnının hizasındaydı yinede kafamı kaldırıp onun siyah harelerine bakmamaya kararlıydım ama o bunu çoktan düşünmüş olmalı ki dizinin üzerine çöktü,toprak rengi gözlerim onun siyah hareleri ile buluştuğunda ikimizin de bakışlarından nefret okunuyordu.