.

148 19 41
                                    

Zifiri karanlıkta motorunun farının aydınlattığı yolda hızlıca ilerliyordu. İlk defa baş başa olacaklardı. Bu düşünce hem onu rahatlatmayı hem de germeyi başarıyordu. Aklındaki düşünceler migrenini çağırıyor, resmen damarına basıyorlardı.

Acaba ne diyecek? Ne yapacağız? Yeterince güzel miyim? Ya kötü bir şey olursa?

Başı olasılıkların altında ezilmesin diye gaza bastı ve rüzgarı hissetmeye odaklandı. Sanki aklındaki düşünceler kafasından aşağı soğuk su akmış gibi ondan ayrılmıştı. Rüzgarın o davetkar serinliği onu rahatlattı.

Gökyüzüne baktı. Bugün dolunay vardı. Heeseung buluşmak için şehirden uzak bir yer seçtiği için ona teşekkür etti. Yıldızları net bir şekilde görebiliyordu. Tanrı onları nakış işler gibi simsiyah semaya işlemişti.

Jake bu güzelliğe bakarken onu hatırladı. O bir günahkardı. O, yaşadığı şeyler yüzünden darmadağın olmasına rağmen her bir günahı sanki birer yıldızmışcasına parlıyordu. Günahları üzerine saçılmıştı. Gökyüzündeki yıldızlar da öyle değil miydi?

Tanrı'nın eserinin bir günahkarı andırması onu şaşırtmıştı. Belki kendisi benzetmişti. Güzelliğin içinde çirkin günahlar bulmayı ummuyordu. Peki, günahlar çirkin miydi de kafası bu kadar karışmıştı? Daha fazla kafa yormadı.

Biraz daha ilerleyince sonunda onun attığı konuma ulaştı. Motorunu uygun bir yere parketti ve zincirini taktı. Malum geceleri tekin olmuyordu. Kaskını da motorun selesinin altındaki küçük depoya koydu. Depo demek biraz tuhafa kaçmıştı ama Jake depo demeyi seviyordu.

Dağılan saçlarını eliyle geriye atarak bowling salonuna doğru ilerledi. Led lamba bu karanlık geceyi aydınlatan ışıklardan biriydi. Jake kapıyı açtı. Kapıyı açmasıyla aynı anda bir zil sesi duydu. Muhtemelen buranın sahibi, personelin müşterinin geldiğini anlaması için kapının üstüne zil taktırmıştı.

Jake içeri girdi. Resepsiyon yazan masaya doğru ilerledi. Kimse yoktu. Etrafa bakındı.

"Kimse var mı?" diye seslendi.

Hemen resepsiyon masasından biri çıktı. Yarı uykulu gözlerle ona baktı. Jake onu inceledi. Liseliye benziyordu. Gömleğinin üzerine taktığı kravatla ciddi bir hava vermek istemiş ama daha çocuksu bir hava vermişti. Elleriyle gözlerini ovuşturdu. Jake'e baktı ve duraksadı. Bir anda gözleri büyüdü.

"Efendim, siz Jake misiniz?" dedi.

Jake, onun adını bilmesine şaşırarak "Evet." dedi.

"Sizi B-12 salonunda biri bekliyor. Üzgünüm, kim olduğunu söyleyemem." dedi liseli çocuk. Etrafa bakındı. Jake'e biraz yaklaştı ve elini sanki kulağına bir şey fısıldıyormuş gibi yaparak "Sürpriz olması lazımmış." dedi.

Jake bunu duymasıyla gülümsedi. Liseli de onun gülümsemesine gülümseme ile karşılık verdi. Jake personele teşekkür ederek B-12 salonuna doğru yürümeye başladı.

Her adımda kalp atışları daha da hızlanıyordu. Sadede bowling oynamayacaklar mıydı? Yoksa? Jake aklındaki düşünceleri dağıtmak için başını salladı. Fesat düşünmemeliydi. Sonuçta arkadaşlardı ama değillerdi.

Jake bu konuda her zaman çelişkiye düşerdi. Heeseung'la arkadaş mıydı? Dışarıdan öyle gözüktüklerine emindi ama... Heeseung'ın ona bakışı öyle söylemiyordu. Jake mi kafasına kuruyordu? Maalesef bilmiyordu.

Durdu. B-12 numaralı salona gelmişti. Kapıyı açtı. Köşedeki kanepeye yayılmış ve telefonuna bakıyordu. Saçları biraz dağılmıştı. Bacaklarını iki yana doğru açmıştı. Çok oturulası duruyorlardı.

let me know | heejakeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin