14.

116 37 54
                                    

Elleri arkasından bağlanarak diz çöktürülen Kraliçe'ye bakarken istemsizce gülümsedim. Yorgundum, çok yorgundum ve bu sadece fiziksel değildi. Neyse ki değmişti bütün bu yaşadıklarıma.

"Kolayca ölmeyeceksin." dedim bana öfkeyle bakan kadına. Sesli bir şekilde güldükten sonra ciddileşerek elimi saçlarına atarak çektim. "Hem de hiç kolay olmayacak."

Muhafızlardan biri, "Prenses." dedi arkamdan. "Sizi toplantı odasına çağırıyorlar."

Geri çekilerek önümde diz çöken ve artık bir hiç olan kadına son bir bakış attıktan sonra yanındaki askere, "Zindana götürün. Ben gelene kadar kimse dokunmasın. Yemek ve su da yok." dedim. Asker beni onaylarken oradan ayrıldım.

Toplantı odasına giden yolda, sabaha kadar verdiğimiz savaş yüzünden dağılan sarayı ve etrafı toplayan hizmetçileri görmüştüm. Her şey daha iyiye gidecekti artık. Kötü günler geride kalmıştı.

Toplantı odasında abim, Jeongin, Dayeong abla, Chris ve birkaç asker vardı. Uzun saatlerimiz neler yapılacağını konuşmakla geçti. Toplantının sonundaysa Dyreen İmparatorluğu ile resmi olarak barışı getirmek için görüşmeye gidecek kişiyi seçmeye sıra geldi. Zaten savaşı başlatan ben ya da abim değildi o yüzden barışın geleceği kesindi. Sadece resmileştirip duyurmak ve bir anlaşma yapmak gerekiyordu.

Herkes bir anda bana bakınca kaşlarımı kaldırdım. "Hayır, aklınızdan geçirmeyin bile. Hiçbir yere gitmiyorum." dedim kollarımı göğsümde bağlayarak.

Abim, "Hadi ama Seol. Senden başka kime güvenebilirim bu iş için?" diye sorunca itiraz etmem için fırsat kalmamıştı. Bunun üzerine ne diyebilirdim?

"Tamam tamam. Anlaşmayı yapmaya gideceğim." dedim isteksizce.

"Neden somurtuyorsun Prenses? Ailenin kalanı orada." dedi Chris.

Elimi önümdeki masaya yaslayarak ofladım. "Evet de hepsi suçlu olduğumu ve kaçtığımı sanıyor."

"Ne olacak ki? Gidip anlatınca herkes sana inanacak zaten." dedi Dayeong abla.

Başımı salladım reddedercesine. "Olay o değil ki. Benim bunu yapacağıma inanmış olmalarını sindiremiyorum ben. Nasıl bana güvenmezler?"

Abim elini omzuma koydu. "Bence gidip konuşmadığınız sürece bu yanlış anlaşılma çözülmeyecek."

Chris de onaylayarak, "Hem herkes inanmadı ki." dedi. "Minho mektuptaki yazının sana ait olmadığını söyledi. Diğer kuzenlerinle görüşmediğim için onların tepkisini bilmiyorum ama Minho sana inanıyordu. O inanıyorsa diğerleri de inanıyordur."

Jeongin de başını salladı. "Evet evet. Öyle hemen kim seni suçlu ilan eder ki zaten?"

Alayla Chris'e baktım. "Bilmem, koşa koşa gelip boynuma kılıcı dayayana sormak lazım."

Chris isyan etti. "Ya daha kaç kere pişman olduğumu söyleyeyim sana Prenses? Ne kadar kindarsın."

Herkes gülerken Dayeong abla bana gözlerinde imayla bakmıştı. Toplantı bitince de yanıma gelip beni bir köşeye çekmiş ve sorgulamaya başlamıştı. "Seol, seninle Veliaht Prens'in arasında ne var?"

Anlamayarak baktım. "Ne var derken?"

"Kimseye, özellikle kadınlardan deli gibi kaçıp yüz vermeyen adamı getirdiğin hâle bak bir. Normal mi sence?"

Omuz silktim. "Bilmem, ben bir şey yapmadım ki."

"Neyse, yakında çıkar kokusu ama sana başka davranıyor. Bu çok belli."

•••

Hava kararmış, saat iyice ilerlemişti.

Elimi toprağın üzerinde gezdirirken içimi çektim. Göz yaşlarım toprakla buluşalı çok olmuştu. Uyuyamayıp annemin mezarına geleli belki yarım saat olmuştu.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: 6 days ago ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

TOP | BangChanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin