MERHABA,,
ilk defa yazdıgım bir şeyi yayımlamayı düşünüyorum. umarım beğenirsiniz. <3
---
Kapı açıldığında görmekten en çok korktuğum o kişi karşımdaydı. Üç yıl önce, tek kelime edemeden ardımda bırakıp gittiğim, Yoon Jeonghan buradaydı. Ayaklarıma çivi çakılmış gibi, hareket etmeye bile cesaret edemedim. Öylece bakakaldım yüzüne. Güzelliğinden bir nebze eksilmemiş o adam bakışlarıyla karşısındakini kolayca ezebilirdi. Nitekim şu an bile bunu yapıyordu. Yaşananlardan önce bana dokunmaya kıyamayan o, şu an gözleriyle beni yerle bir ediyordu.
Tek kelime bile etmeden yanımdan geçip gittiğindeyse bütün gücümü kaybedip olduğum yere çöktüm. Gözlerimden ardı arkası kesilmeyen yaşlar akmaya başladı. Çok özlemiştim onu, yakınında olmayı, ona bakmayı..
''Gel Hyung, basamak var dikkat et.'' Hao'nun sesi kulağıma belli belirsiz çalındığında bastığım yere dikkat etmeye çalıştım. Kapıya ulaşınca saksının altından yedek anahtarı çıkardı ve kapıyı açtı, yalpalayarak salona yönelip kendimi koltuğa attım. Arkamdan hızlıca gelip masanın üzerindeki su bardağını ve sürahiyi kaptığı gibi bir bardak su doldurdu. Bana uzattığında elimi kaldırmaya enerjim bile olmadığından kafamı iki yana 'istemiyorum' dercesine salladım. Sıkıntıyla nefes verdi, bardağı masaya geri bırakıp yanıma oturdu. '' Anlat bakalım şunu baştan, nasıl karşılaştınız?''
Ağlamaktan şişmiş, acıyan gözlerimi kapattım. ''Chan'la Kwan'ın kafesine gittim, çok özlemiştim onları. Kapıda sıra vardı, bu kadar popüler olduğunu bilmiyordum kafelerinin.''
Ofladı. ''Lafı çevirme, biliyorum bunları sabah konuştuğumuzda gideceğini söylemiştin zaten. Hatta uyardım seni. Orada olabilir, Mingyu gidebileceklerini söyledi diye.'' Omzumu sıvazladı.
''Tutamadın kendini değil mi?''
Üşümüyor olmama rağmen titrediğimi hissettim. Yaşadığım onca şey gözümün önüne gelirken, anlatmaktan korkuyordum. Anlatırsam gerçek olacaktı. O güzel rüya arkamda kalacaktı ve bunu istemiyordum. Gerçeklerle yüzleşmeye hazır değildim. Kendimde bu cesareti bulamıyordum. "Olmaz diye düşündüm." dedim bu sefer. "Bu da bir ihtimal, sonuçta."
''Hayır gayet emindin göreceğinden, itiraf etsene işte dayanamadığını." Hao'nun sesi bu sefer meraklı değil bıkkınlıkla karışık öfkeli bir tonda çıkıyordu.
Sesim yükselmeye başladı. "Evet, dayanamadım. Uzaktan görürüm sadece diye düşündüm ama, yemin ederim karşımda dikilmesini beklemiyordum." Ağlıyordum, yine "Bak isteyerek gitmedim ben. Mecburdum buna. Beni anlar diye düşünüyordum." Histerik bir kahkaha attım. " Herkes beni siktiğimin Amerika'sında mutlu zannediyordu galiba. Kimse bir gün bile arayıp sormadı, nefes alamadım orada ben! Her gün cehennemin katlarında ruh gibi dolaştım. Buraya dönene kadar çektiğim eziyeti bir sen biliyordun. Ne kadar yalnız olduğumu, babamın neler yaptığını, özgürlük için ne kadar savaştığımı.. Ve buna rağmen tutup şimdi sen bile eleştirip azarlıyorsun beni. ''
Ayağa kalkıp beni kendine çekti, sıkıca sarıldı. " Özür dilerim, gerçekten. Biliyorsun burada da işler hiç kolay değildi. Sen gittikten sonra Jeonghan hyung toparlanamadı, perişandı. Hepimiz perişandık. Ardında on iki kişilik bir enkaz kaldı. Ben en yakın arkadaşımı kaybettim, sen orada değildin. Yokluğun o kadar kötüydü ki, tahmin bile edemezsin." Hao da ağlıyordu artık.
"Artık buradayım, sebebi olduğum bütün o yıkıntıyı tekrar inşa edeceğim. Söz veriyorum sana."
Konuşmamızı Hao'nun çalan telefonu bölmüştü. Mingyu arıyordu. Üçüncü çalışa bırakmadan açtı, " Hayatım?" dediğinde gülümsememi tutamadım.
Aralarındaki ilişki yıllar geçtikçe daha da güçlenmiş, insanların hayranlıkla bakacağı bir çift olmuşlardı. Birbirlerine karşı dünyanın en anlayışlı insanlarına dönüşen bu iki şapşal asla kopmayacak türden bir bağa sahipti.
" Evet, tamam. Tamam bağırma. Geliyorum. Geldiğimde konuşuruz." Bugün yaşanandan ötürü gergin olsa gerek, tam Jeonghan'ın yanındaydı ve her şeye birinci gözden tanık olmuştu, telefonun ucundan bağırıyordu. Hao telefonu kapattığında acil gitmesi gerektiğini ve sabah beni arayacağını söyleyip çıkmıştı evden.
Hong Jisoo, yabancısı olmadığı yalnızlığıyla yine baş başaydı.. Telefonumu ceketin cebinden alıp odama doğru yavaş adımlarla yürüdüm. Üstümü değiştirmeye tenezzül bile etmeden yatağa attım kendimi. Yüzü gözümün önünden gitmiyordu.
Biricik Yoon Jeonghan'ım... Biz çok uzak kaldık. Çok sızladı içim...
Sensiz, yapayalnız...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
moon river - svt- jihan
FanfictionGeride bırakılan hiçbir şey eskisi gibi kalmaz. Her şey değişir. Giden ise, tanıdık bir şeyler bulmaya çalışırken geçmişin tınılarına hapsolur.