giriş

54 3 0
                                    

jeon jungkook; çocukluğumun ekşi elmalı şekeri, ortaokul hayatımın süslü kahramanı ama lise yıllarımın kötü adamı.

yıl bilmem kaç, ama daha dokunmatik telefonların ismi daha yeni geliyor bizim kasabaya. nasıl geldiyse de, hâlâ şaşkınım. öyle uçuk bir yerde yaşıyoruz ki, dünyadan kopuk bir şekilde her şeyden en sonunda haber alıyoruz.

jungkook, ki kendisi o zamanlar benim için annemden daha çok sevdiğimi söylediğim kişi. birlikte yine kaçmışız bizim evin arkasına. çok komik değil mi? iki oğlan çocuğu, birisi korkudan titriyor diğeri heyecandan. ama korkudan titreyen o kadar da korkak değil, içindeki güven hissi var ya, dünyanı feth etmesine sebep olur. on yaşında öyle bir destek ama içindeki güveni iskender bile 10 yıl toplasan almamıştır.

o gün jungkook babasının telefonunu çalmış hemen de bizim evin kapısına bir koşu gelmişti. annemin haberi olmadan, direkt jungkooku kolundan tutmuş bizim evin arkasına çekiştirmiştim. çocuk olduğumdan, hiç mi düşünmedin mutfağın penceresi oraya bakıyor annen görür diye. yine de iki masum çocuktuk, küçük kıpırdanmalar o kadar da kahkahalar ne yapardı ki bana?

pek bir özelliği yoktu elindeki eşyanın, şimdi de pek ilgimi çekmez zaten. sadece şimdi hatırladıkca yüzümdeki gülümseme hiç silinmiyor. küçük elleriyle ama bir o kadar cesur hızla telefonu kullanan jungkook yine ve yine çatmış kaşları ve büzmüş dudaklarıyla en tatlı tavşan olmayı başarıyor. hâlâ da öyle mi bilmek istiyorum. o kadar çok şey öğrenmek istiyorum ki hakkında, bir birini tanımaya çalışan iki yabancı gibi.

değişti mi hiç, görünüş olarak demiyorum... beni görünce suratsız yüzü değişir mi? o soğuk bakışları beni görünce ısınır mı? belki de hiç ısınmaz. olamaz mı? belki değişmiştir hiç istemediğim şekilde. bir insan değişemez mi?

hayır, hayır soruyu kötü sordum. bir insan değişe bilir elbette. kaya mıyız biz? elbette bir gün denizin dalgaları bizi yıpratır. asıl soru böyle olmalı; bir insanın değişmesi seni nasıl etkiler?

kötü mü etkiler? iyi mi? şaşırır mıyım? çok mu ağlarım yoksa? bu sorular kendini tekrarlıyor ve jungkookun geleceğini bir haftadır öğrendiğimden beri hiçte susmuyor.

çoğu kez ziyaret etti kasabayı, her defasında da göz göze gelmişliğimiz vardır. ailelerimiz sağolsun, hatta her yılbaşı selamlaşırız ama sarılmayız. o kadar çok isterim ki sarılmayı, onun tarafından çevrelenmeyi; ben onun güzel manzarası olayım o da beni kollarıyla çerçevelesin.

ama nerdeyse dört belki de beş yıl olucak; koynuna girmek nedir? jungkookla gözlerimiz buluşunca kalbim yerinde durmuyor, kurdum içimi parçalıyor atlasana kucağına diye. her akşamları da susmuyor, uyutmuyor beni; "bu defa da sarılmadın, en azından konuşmadın bile" diye.

bilmiyorum farklı cinsiyetlerimiz yüzünden midir? beş yıl mı engel tüm eski samimiyetimiz için? yine de bir gün bile ayrı kalınca ağladığım oğlan çocuğu olmaması kalbimi kırıyor. o zaman oğlan çocuğu olmasın, bir gün bile görmesem aşkından öleceğim beyaz atlı prensim olsun, olamaz mı?

bu şekilde de saçmalamaya devam ediyorum, annem de farkediyor gereksiz bunalımlarımı. yine de genç bir omegayım işte, büyüyorum diğer her bir kurt gibi. diğer omegalar gibi değildim evet ama yine de kimliğim omega mavisiydi.

gülümsemek diyince bile yüzü gözümün önüne gelen adamdan bahsediyoruz, tanrı aşkına! öyle yabancı olmuşuz ki, her zaman dans hocamız tarafından övülürken kucağına atlayıp jungkookum dediğim kişiyle alâkası bile yok. aynı kişi mi acaba kendileri, yoksa sadece büyüdük mü şimdi? değişen sadece zaman değil her zaman olduğu gibi, onun kalbini bilmem ama benim kalbim hala ona ait. evet, sadece bunu biliyorum ancak, öyle karmaşık ki zihnim bildiğim tek sorunun cevabı da yarım-yamalak.

you'll be mine again | taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin