SIRRI ŞEYTANIN
Beş şeytan bir gün, evlerinin bacası gözükmeyen uzak bir köye yolculuğa çıkmış. Yol o kadar uzunmuş ki git git bitmiyormuş.
Bu beş şeytanın da birbirinden farklı günahları varmış.
En ufak şeytan yolculuğun keyifli geçmesi için ortaya bir fikir atmış ve her bir arkadaşının bir sevap itirafı, yaptığı bir iyiliği açıklamasını istemiş. Tabii ki bu fikir diğer şeytanlar tarafından hoş karşılanmamış olsa da yolculuğun keyifle geçmesi için el mecbur kabul etmişler.
Fikri ortaya atan en küçük şeytan olduğundan kalan dört şeytan merak içinde ona doğru dönmüş. En küçük şeytan bir an anlatmakta tereddüt etse de söze girmiş.
“İlk görev yerimdeyken, kaldırım taşına oturmuş etrafı seyrediyordum. Bulunduğum mahalle ufak bir köy gibiydi. Tavuk besleyen, koyunları olan, süt satanlar bile vardı. Sadece bir ev vardı. O ev ne hayvan bakardı ne de mahalleden alışveriş yapardı.
Tabii o evin bir de haylaz oğlu vardı. Cin gibi gözleri, havaya diktiği kömür karası saçlarıyla mahallenin dilinden düşmeyen bir çocuktu.
Öyle ki bu çocuk her gün tavuk besleyen komşusunun kümesine dadanır, yumurtalarını alıp kaçardı. Bir yaptı, iki yaptı, üç yaptı derken komşusu artık duruma dayanamayıp çocuğu babasına şikayet etti. Babası çocuğunu güzel bir şekilde uyardı. Bu yaptığının hırsızlık olduğunu ve ona bu davranışın hiç yakışmadığı hakkında öğütler verdi. Çocuk hiç çocukluğunu yapmadan durur mu? Yumurtaları çalmaya devam etti.”
En küçük şeytan sinsice sırıttı ve anlatmaya devam etti. “Bir gün çocuğun babası akşam saatlerinde yorgun argın evine gelirken oğlunun elinde yumurtalar gördü. Çok kızdı oğluna. Yine yumurtaları çalmıştı oğlu, hem de onu uyarmasına rağmen.
Ben de çocuğun babasının aklına girdim. Ona çocuğunun sadece yumurta hırsızlığı değil başka şeyler de çaldığının fitnesini verdim. Adam daha çok sinirlendi. O akşamın ilerleyen saatlerinde evlerinden bir ağlama sesi yükseldi. Muhtemelen babası sinirini çocuğundan çıkarıyordu.
İki gün kadar çocuk dışarı hiç çıkmadı. Daha sonra çıktığı zamanlarda ise komşusunun tavuk kümesine hiç dadanmadı hatta komşusunun elini öpüp ondan özür diledi.”
Bir soluk koyuverdi küçük şeytan. “İşte bu da benimle yaşayan sırrım. Çocuk zarar görsün derken kazayla çocuğun bir daha hırsızlık yapmamasını sağladım.”
En büyük şeytan ona yüzünü buruşturarak baktı. Halbuki en büyük sır, en büyük günah onundu.
Dördüncü şeytan, en küçük şeytan arkadaşları tarafından daha fazla hor görülmesin diye kendi sırrını anlatmaya başladı.
“Bir aşçı vardı. Bu aşçının işlettiği mekan o şehrin gözdesiydi. Yemekleri çok beğenilir, her gidilen yerde adından bahsedilirdi. Fakat aşçının bir kusuru vardı. Fazla uykucuydu. Uykuyu o kadar çok severdi ki bazen kalkıp işe gitmek istemezdi.
Ben de görevim neticesinde bu durumu kullandım. Ona bir sabah uyanma saatinde alarmı kapatma gafletinde bulundurdum. Fakat nereden bilebilirdim ki onu uyutarak müşterilere iyilik yapacağımı?
Adam uyandığında saat öğlene geliyordu. Telaş içinde hızlıca hazırlanıp restorana doğru yol aldı. Yolu hızlıca giderken harçlığını düşünüyordu. O gün üstelik bir de kirasını yatıracaktı.