Gıcırdayıp inleyerek açılan teneke kapı karşıma her zamanki manzarayı serdi. Manzaramda asla yeni bir şey olmuyordu. Ne karşımdaki sonsuz tuz çölü, ne evim diyebileceğim paslı metal ve sürekli minik jiletler taşıyan rüzgardan yırtık pırtık olmuş kumaşların bir arada tuttuğu yığıntı ve arkasındaki çöplük tepeleri değişiyordu. Yıllardır gökyüzünde gündüzleri yeşil-kahverengi bir çamurla öylesine boyanmış topaklı bir yüzey, geceleri de bazen ufak bir delikten görünen son bir iki yıldız ve ay dışında bir şey gözükmemişti. Kuşlar insanlardan çok önce gitmişlerdi, böcekler de yakın zamanda yok olmuşlardı. Çocukken bir sineğin kollarıma ve bacaklarıma konup büyük bir açlıkla ve öfkeyle onları ısırdığını hatırlıyorum. Her şeyin sonuna gelmiştim artık, ufacık bir değişiklik beklemek, oyunun sonunu gördüğüm için gökten gönderilecek bir ödül beklemek kadar boşunaydı. Artık ne Dünya'da ne de onun dışında bir şey olmayacaktı. Seyirciler kalkmış, temizlikçiler salonu yarım yamalak temizlemiş, sahnede yanan mumlar unutulup bina kilitlenmişti. Eriyen balmumu üzerime akıyor, ya onun içinde boğulacağım, ya da mumlar bitmeden önce ufak bir esinti onları söndürecek. Benden başka kimse buraya adım atmayacak, cesedimi yiyen bir şeyler bile olmayacak. Çürümeyeceğim.
Dışarı attığım ilk adımda minik bıçaklar suratıma saplandı. Artık bıkmıştım. Her gün her saat her dakika aynı yönden sıkıcı bir tekdüzelikle esen rüzgar asla kesilmiyordu. Dışarıdaysam, neden dışarıda olduğumu bilmiyorum içerisi ve dışarısı arasında pek bir amaç farkım yok, mutlaka yüzüme bir şeyler sarmam gerekiyor. Nereden geliyor bu şey? Rüzgar bir çeşit hava olmalı. Tıpkı elime üflediğimdeki gibi... O da ufak da olsa bir rüzgar değil mi? O zaman bu tanrı cezası rüzgarın da bir üfleyeni olmalı. Bu arada kullandığım kelimelerin yarısının anlamını bilmiyorum, bunu itiraf etmem gerek. Hayatım boyunca gerçek bir bıçak görmedim, orada burada bulduğumuz keskin metal parçaları ya da taşları bıçak niyetine kullanırdık. Yüzün nerede başlayıp nerede bittiğini bilmiyorum, kafamın ön tarafı olduğu kanısındayım. Tanrı ise büyük ihtimalle çok çok önceden var olmuş olan bir cezalandırıcı. Şimdi bile bu adı bilen birileri olduğuna göre işini çok iyi yapmış. Hala tüm cezalar ona atfediliyor.
Bu sabah kızgınım. Rüzgar artık iyice asabımı bozuyor ve bu konuda bir şeyler yapmamın zamanı geldi. Biraz da son yirmi yıldır buradan ayrılmamanın getirdiği sıkılmışlık ve yapacak başka bir işimin olmayışından cesaretlenip kendime bir hedef koyuyorum: Rüzgarı kimin gönderdiğini bulup bu işe bir son vereceğim. Cezalandıracağım onu. Bu fikri sevdim. Belki de gezegendeki son meslek sahibi kişi, bir cezalandırıcı olmalıyım. Havada ironik bir koku var.
Evime geri girdim ve ara sıra kendime bir şeyler bulmak için çöplüklere çıktığım uzun yolculuklarda kullandığım çantamı hazırladım. Çok fazla eşyamın olduğunu ilk kez fark ettim. İlk kez evi heptenliğine terk ediyor oluşum, zaten böyle şeyler ancak ilk kez olur, yanıma neleri alacağımı seçerken hüzünlenmeme sebep oldu. Aslında işe yarar bir şey yoktu aralarında ama tüm hayatım bu kıç kadar alanda bütün bu eşyaların arasında geçmişti. Neredeyse onlardan başka bir şey bilmiyordum. Teneke kutular ve teneke kutulardan yapılmış onca eşyanın yanında yıllar içinde çöpten topladığım bir sürü ıvır zıvır da vardı. Geçen yıl bulduğum ama okuma bilmediğim için hiç dokunmadığım sararmış, kavrulmuş ufak, üzerinde sarı bir yıldız olan kitap çarptı gözüme. Annem okuma bilirdi, kitaplardan ne kadar özlemle bahsettiğini, birkaç kez elimize geçen ve soğuk bir kış gecesi yakacak olarak kullandığımız kitapları da hayal meyal hatırlıyordum. İçimde onu yanıma almam gerektiğine dair kuvvetli bir his vardı. Belki yolda oyanlanmak için okumayı öğrenmeye çalışabilirdim? Sayfaları açıp da içindeki eciş bücüş karalamaları görünce beynimde büyük bir yorgunluk ve isteksizlik ağrısı belirdi, ben de kitabı yerine bıraktım. Masamın üzerindeki dört beş tane kömür kalemi çantama attım. Resim çizmeyi seviyordum. Aslında yapabildiğim tek şey buydu. Çok iyi olduğum da söylenemez ama sonuçta çizdiklerimi görecek ya da yorum yapacak kimse yoktu ortalıkta. Resimlerim dünya üzerinde yapılan son sanat eserleri olacak, hatta evrendeki. Annemin hikayelerindeki gibi başka bir gezegenden gelecek birileri de olmayacaktı. Bütün evrenin bittiğini tekrar düşününce o tanıdık his belirdi midemde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NİNNİ
FantasyYıldızların teker teker söndüğü ve Dünya'nın bir çöl ve eski günlerden kalan yıkıntılardan oluştuğu evrenin sonunda, rüzgarı durdurmak için yola çıkan bir insanın yolculuğu ve sonunda bulduğu cevap... Kısa hikaye. Hikaye: Mert Özer Kapak: İrem Çakmak