tik tak, tik tak, tik tak, tik tak.. boş oda, saat ve eski bir yatak.. kenarda bir tuvalet. kalem? kalem de var. bu hücrede sadece yüz seksen kişiyiz. ben ve kafamdaki dünyam. konuşmak yasak, çıkmak yasak, ölmek yasak. yasak ve yasak hatta belki de yasak da yasak. tüm bu yasakların içinde ufak bir kıyak geçilen kişiyim sadece.
"soobin abi, sigara konusunu hallettik. cezan yılları bulduğu için de ses etmediler hem seni de tanırlar bilirsin. ben her gün getiririm sana paketini."
"eyvallah, sağ ol."
işte böyle. böyle mi oluyordu? böyleydi galiba. teşekkür ediyorum şimdi ve alıyorum elinde getirdiği sigara ve kibriti. kapının yüzüme kapanması yine bir kaç saniyeyi buluyor. ben ağır ağır tüttürürken sigaramı duman yavaş yavaş boyuyor odayı. yaz soobin, ölüm yakın. ülke kan gölü halinde belki, belki değişti dışarıda bir şeyler. ölüm hala genç çocukların ensesinde duruyor belki, belki kavuştu özgürlüğüne dileyenler.. olur mu soobin? ne olur mu soobin? olmaz mı soobin? ne olmaz mı soobin? bilmiyorum soobin.
bir kağıt olsaydı şurada diye düşünüyorum, bir kağıt olsaydı kafam açılırdı. alnıma giren ağrı ve batan iğneler beni deli ediyor. gün geçmiyor. gün geçmek bilmiyor. boşluk, ben, sigara. sinirle kalkıp elimde söndürüyorum sigarayı acısına aldırmadan. küflü yatağa uzandığımda ağlayan tavanla bakışıyoruz uzun süre. usul usul yan odadan gelen sesleri dinliyorum yavaşça. yeni getirdiler sanırım, bağırıyor var gücü ile. siniri kollarını tutanlara değil belli onu kısıtlayan asıl insanlara. geçer diyorum kendi kendime. geçer yabancı. gözlerim yavaşça kapanırken kendimi yavaşça uçuruyorum.
gözlerimi açtığımda birinin şarkı söylediğini duyuyorum. naif bir sesle.. sanırsın peri sesine karışmış anarşistliği. bulunduğumuz yerde sadece iki hücre var biliyorum. yeni gelen diyorum. yeni gelenin işi. sessizce dinlerken şarkısını daha afyonum patlamadan bir sigara yakıyorum. saat gece saatleri sanırım hücrenin ufak camından içeriye vuruyor ay ışığı. beyin yıkamak için haparlörden sürekli verilen sağ görüşlü şarkılardan sonra ayılmış gibi hissediyorum. onları da duymamak için kulaklarımı boktan peçetelerle tıkar uyurdum. yeni gelen bütün gün ne yaptı acaba diye düşünüyorum, ne düşündü, nasıl geldi.. içime atıyorum sözleri. biraz daha kulaklarımın pası silinsin istiyorum.
"beğendin mi?"
gelen soru ile donakalıyorum. biriyle sohbet etmeyi çok beceremem diye biraz bekliyorum ve düşünüyorum. beğendim diyorum. çok beğendim. memnun bir ifade yayıldığına eminim dudaklarına. kısa süre sonra dili çözülüvermişçesine buraya neden geldiğinden bahsediyor.
"öyle işte yaptığım şey delice bir şeydi, pişman değilim. sen neden geldin?"
"polistim ben, direnince çabuk yakıyorlar çıranı. ne zamandır burdayım bilmiyorum."
"oo komiserim, belki çıkınca beni bir de siz tutuklarsınız."
gülüp dava yolundan dönülür mü hiç diyorum, iç çekip dönülmez diyor. konuşmaya o kadar dalmışım ki bırakılan yemeği yeni görüyorum, kalkıp ekmekle çorbayı içip bırakıyorum. tatsız, tuzsuz zaten. yeni gelen isteğim üzerine dışarıda olanları anlatıyor. daha da boka battığını fark edince her şey bir sigara daha yakıyorum. kibrit sesini duyunca kıyak geçtiler di mi sana diyor. sözünde sen de onlar gibisin gibi bir tını. sana da geçtireyim diyorum. başta olmaz diyor, direniyor. peki dediğim an dönüyor sözünden. istediğini biliyorum. sen nasıl dava adamısın bir sigara sattın kendini diye dalga geçiyorum. huysuz mırıldanmaları tatlı ve hoşuma gidiyor.
"yeonjun ben, soyadımı söylersem ileride içeri tekrar atarsın, kalsın."
"seni atmayacağımı ve göreve dönmeyeceğimi biliyorsun değil mi?
başka bir sır var söylememende anlayabiliyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
özgürlük için devrim, yeonbin
Fanfictionara sokaklarda gizli aşk yaşayan oğlanların marşı.