flashbackYağmurluydu o gün. Evsiz çocuk sığınacak bir yer arıyordu. Sığınacak yer ararken yağmurdan kaçmaya çalışmıyordu, aksine koşarken yüzüne gelen su damlaları onu eğlendiriyordu.
Bir yandan kahkaha atarak bir yandan da düşmemeye çalışarak koşmaya devam etti. Yavaşlayarak etrafa bakındı, burası normalde kaldığım yerden çok uzak ve daha binalı bir yer diye geçirdi içinden. Ama tedirgin olmadı hiç, kendini bildi bileli evini her zaman bulmuştu.
Evi dediği yer ise annesinin mezarlığına yakın bir parktı. Annesi ondan çok uzakta olsa bile o annesinden uzak kalmak istemiyordu.
Çatısı uzun bir bakkal bulmuştu çocuk. Çatının altına geçerek yağmurdan kurtuldu. Yağmurdan kurtulmuştu kurtulmasına ama, üşüyordu. Ellerini birbirine sürterek ısınmaya çalıştı. Bunu yaparken anlına gelen sert cisim ile inledi minik.
"Hey! Sende kimsin? Bizim sokağımızdan defol çabuk!" ona taş atan çocuklara baktı. Çocuklar olsa olsa ondan iki yaş büyüktü. Onlardan korkmadı, çünkü annesi ona böyle öğretmişti. "Merak etmeyin, yağmur dinsin gideceğim." dedi. Çocuklar ona kızgınlıkla baktı, "Sana burdan defol dedik!" diye bağardılar cesurca.
Çocuk buna aldırış etmedi. Sonuçta kaçması gereken bir yağmur vardı. "Demek bizi dinlemiyosun." dedi aralarından biri ve elindeki taşlardan fırlatmaya başladı. O fırlatmaya başlayınca diğerleri de katıldı.
Her yeri acımaya başlamıştı çocuğun, üst üste gelen taşlar yüzünden gözünü açamaz oldu. Babasından korunduğu gibi kollarıyla yüzünü kapatmaya çalıştı. Az önce yağmurdan kaçıyordu, şimdi ise bu çocuklardan kaçması gerekti. Onlardan kaçmak için yağmura çıkıp koşmaya başladı. Çocuklar onu yine bırakmadı, yerden taşlar toplayıp peşinden koşmaya devam ettiler.
Vücudunun acısından dolayı farketmeden ağlamaya başladı çocuk. Yüzündeki ıslaklığı yağmur sandı. Koşarken bir bedene çarptı. Kafasını yavaşça kaldırdı. Bedenin sahibi onu kovalayan çocuklara kızgınlıkla bakıyordu. "Ne yapıyorsunuz siz? Gücünüz sizden küçük kişilere mi yetiyor?" diye bağardı. "Kaç defa daha uyaracağım sizi?" dedi daha yüksek bir sesle.
Çocuklar düt yemiş bülbül gibi sustular. Bu adamdan korkuyorlardı. Her ne zaman birisine zarar verseler bu adam çıkıyordu ortaya. Onun dışında hiç görünmüyordu sokaklarda. Taşlar yüzünden yüzü ve vücudu yara bere içinde olan çocuk bedenin arkasına saklandı. Kafasını yandan uzatıp "Onu duydunuz, beni rahat bırakın!" dedi korkmuyormuşcasına.
Çocuklar hiç düşünmeden ellerindeki taşları yere fırlatarak kaçtılar. Çocuk rahat bir oh çekerek bedenin arkasından çıktı. "Teşekkür ederim." dedi adama. Adam çocuğa döndü ve eğildi. "Her yerin kanıyor, iyileştireyim mi onları?" diye sordu. Çocuk cevap olarak sadece başını salladı. Adam yara gördüğü her yere elini değdirdi ve yaralar yok oldu.
Çocuk adamın ne yaptığını anlamadı, çünkü yaraların geçtiğini fark etmemişti. Sıra kollarına gelince anladı yaralarının geçtiğini. Hoşuna gitmişti bu şey, sihirli şeylere hep inanırdı. "Nasıl yaptın? Bana da öğretir misin? Sihirlere hep inanmışımdır." diye sıraladı cümleleri. "Bunlar sihir değil ufaklık." dedi ve ayağa kalktı adam. Yağmur dinmişti o sırada. Arkasını dönüp gidecekken çocuk durdurdu onu.
Elini boynuna asılı çantasına attı ve içinden bir fotoğraf makinesi çıkarttı. "Fotoğrafınızı çekebilir miyim bayım?" diye sordu nazikçe. Adam gülümsedi ve başını salladı. Çocuk sevindi ve hemen makineyi ayarladı. Yavaşça tuşa bastı ve fotoğrafını çekti. Fotoğraf yavaş yavaş çıktı makineden. Çocuk aldı ve salladı, bir kaç sallamadan sonra baktı fotoğrafa. Adam çok güzel çıkmıştı. "Çok güzel çıkmışsınız bayı-" cümlesi yarım kalmıştı çocuğun. Etrafına bakındı çocuk, fakat adamı bulamadı.
Bir oraya adımladı, bir buraya. Ancak adamın izini bulamadı. Çocuk fotoğrafa baktı ve çantasına koydu. Çocuk üzgünce evi dediği yeri bulmaya çalıştı. Ve yine her zamanki gibi buldu. O gün adamı bulmayı dileyerek uyudu, ve o günden sonraki günlerde...