1.Bölüm: Hâla bir Işık olabilir

34 2 0
                                    


Güneş, Sarayın yüksek pencerelerinden içeri sızan bir ışık demeti gibi parıldıyordu. Ancak bu ışık, içerideki karanlığı dağıtamıyordu. İhtişamla donatılmış odanın köşelerindeki gölgeler, zehirli bir sessizlikle dans ediyordu.

Elara, Saray'ın varisi, odasının ortasında sessizce duruyordu. Görkemli tahtın karşısında, kendi yansımasıyla yüzleşiyordu. Pırıltılı elbisesi ve tacıyla dışarıdan bakıldığında bir prensesin zarafetini yansıtıyordu; ancak içindeki fırtınaları, gözyaşlarını ve çaresizliği kimse göremiyordu.

On yedi yaşında olmasına rağmen, Elara'nın omuzları, taşıyamadığı bir krallığın ağırlığını taşıyordu. Babasının krallığı yönetme becerisi, her geçen gün daha fazla sarsılıyordu. Monarşinin altın kaplamaları arasında yatan gerçek, toplumun karanlıkta kalmış yüzüydü.

Sarayın koridorlarında, krallığın halkı isyan ateşiyle yanıp kavrulurken, Elara'nın içinde de bir isyan alevleniyordu. Onun ruhu, kanlı izlerle işlenmişti. Saray duvarları, adaletsizlikle, ihanetle, ve kayıplarla çizilmişti. Elara'nın da yüreğinde, bu izlerden oluşmuş derin yaralar vardı.

Yanındaki aynada, Elara, o gözleri gördü. Babasının ölümü, sadece bir hükümdarın değil, aynı zamanda bir babanın sonu olacaktı. Ve Elara, bu kaotik dünyada, kendi izini bırakmak zorundaydı. Ancak o iz, kanla yazılmıştı.

Krallığın içindeki çalkantıların yansıması, Elara'nın yüzündeki derin kırışıklıklarda belirginleşiyordu. Sarayın sessizliği, artık çözülmeyi bekleyen bir düğüm gibiydi. İç savaşın habercisi olan bu sessizlik, yakında kanla dolup taşacaktı.

Elara, içindeki bu fırtınayı dizginlemek için hazırdı. Ancak Sarayın duvarları, onun ne kadar hazır olduğunu belirleyecekti. Artık krallığın kaderi, genç prensesin ellerindeydi.

Elara, kafa karışıklığını dağıtmak için sarayın bahçesine kaçtı. Rüzgar, hafifçe dans eden yaprakların sesiyle birleşerek ona huzur veriyordu. Ancak içindeki endişe ve korku, bu huzuru kolayca yok edebilecek kadar güçlüydü.

Bahçenin en ücra köşesinde, baş komutanın, genç ve yakışıklı bir adamın yanında oturduğunu gördü. Siyah saçları rüzgarın oyuncağı gibi dans ediyor, mavi gözleri ise uzaklara dalıyordu. Elara, ona doğru adım attı, adeta kendini bu çekim gücüne bırakmış gibi.

Erkek, Elara'yı fark ettiğinde, mavi gözleri ona doğru çevrildi. O an, sanki zaman durmuş gibiydi. Elara, o gözlerde kaybolmuştu, boğulmuştu. Gözlerindeki derinlik, onu çekiyordu, çünkü o gözlerde bir hikaye vardı, belki de kendi hikayesinden bir parça.

Baş komutan, kısa bir sessizliğin ardından kalktı ve Elara'ya doğru yaklaştı. Onun varlığı, Elara'nın içindeki fırtınayı dindirmeye yetiyordu. Ancak bu bulanıklığın ardında, belki de daha büyük bir tehlike yatıyordu. Elara, kendi zayıflığının farkında olmasına rağmen, o gözlerin içinde kaybolmaktan alıkoyamıyordu kendini.

Siyah saçlı erkek, nazikçe diz çökerek Elara'ya yaklaştı. Gözlerinde derin bir saygı ve samimiyet vardı.

"Yüce Prenses Elara," dedi, sesi yumuşak ve içten. "Benim adım Kael. Kraliyet Ordusunun başkomutanı olarak, krallığımızın güvenliği ve halkımızın refahı için çalışıyorum."

Elara, onun samimi tavrına karşı içsel bir savaş veriyordu. Kafasında halkının çektiği acıları, gördüğü haksızlıkları düşündü. Ancak Kael'in sesindeki sıcaklık ve içtenlik, onun içindeki buzları eritiyordu.

Kael devam etti: "Siz, krallığımızın umudu ve geleceğisiniz. Siz, halkımızın kurtuluşu olabilirsiniz. Benim görevim, sizin güvenliğiniz ve krallığımızın sağlığı için çalışmaktır. Eğer bir gün ihtiyacınız olursa, ben her zaman buradayım."

Kanlı İzHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin