Artık katlanamadığım monoton,sıkıcı hayatımın bir gününe daha uyandırıldım. Kendimi bildiğimden beri bu yetimhanede kalıyordum. Bununla beraber bu yetimhanenin katlanılmaz kuralları da vardı ama bugün uzun zamandır planladığım planımı gerçekleştirme zamanıydı,hayatımın dönüm noktasıydı.Çünkü bugün ilk defa tek başıma dışarı çıkacaktım. Yetimhanenin ihtiyaçlarını hizmetliler alırlardı. Yetimhane zaten eski,kırık dökük bir binaydı ve yalnız 3 hizmetlisi 2 tane de öğretmeni vardı ki bu öğretmenlerden biri zaten müdireydi. Bazen bu hizmetliler hasta veya izinli olurlardı. Ya da işleri olurdu. Bu yüzden ihtiyaçları almaya gidemezlerdi. Eğer acil bir ihtiyaç varsa çocuklardan en büyüğü almaya giderdi ve bu sene en büyük çocuk bendim. Yıllardır bu anın gelmesini bekliyordum.
Geceliğimi çıkartırken müdire aşağı kattan seslendi " Elara ne yapıyorsun yukarıda. Bir saattir seni bekliyorum. Çok yavaşsın. Dışarıda da mı bu kadar yavaş olacaksın." Biliyorum ki inene kadar susmadan söylenecekti o yüzden hemen aşağıya indim. Bugün kavga etmek istemiyordum. "Hazırım.Yola ne zaman çıkacağım?" Kasaba buraya 1 saatlik yürüme mesafesindeydi. "Hemen. Küçük bir çanta hazırlattım kahvaltını giderken yaparsın." İşte buna gerçekten şaşırmıştım. Normalde kahvaltı saati sabittir ve herkes katılmak zorundadır. Bu kural yıllardır böyleydi. Şimdi ne olmuştu da bir anda kendileri kurallarını hiçe saymışlardı. Gerçi benim işime gelirdi. Bu iğrenç yerden ne kadar erken ayrılırsam o kadar iyi olur. "Peki." Yayımı ve ok kılıfımı omzuma taktım. Müdirenin elindeki çantayı da alıp çıktım. Bunlar dışında yanıma pek bir şey almadım. Müdireye tekrar bakmadan hızlı adımlarla yola çıktım.
Oyalanmadan kasaba yolunda ilerlemeye başladım. Yetimhane ormanın sıklaştığı yerdeydi. Avcı kulübeleri dışında ormandaki tek yapı yetimhaneydi. Eskiden yetimhanenin neden burada olduğunu,neden çok az dışarı çıktığımızı çok sorgulamıştım fakat bu soruya ne kendi içimde ben ne görevliler ne de müdire cevap verebilmişti.
Yıllardır bu anı bekliyordum. Bir çok plan yapsamda sanki hepsi aklımdan uçup gitmişti. Yol uzundu ve aslında durmaya da niyetim yoktu ama ne yapsam kafamı toparlayamıyordum. Etrafımı kontrol ettim. Etrafta ağaçtan başka bir şey yoktu. Bir ağacın altına oturdum. Hem kafamı toparlayacak hem de karnımı doyuracaktım. Akşam da pek bir şey yememiştim. Kurt gibi açtım. Umarım kurtlar da çok aç değildir. Bir keresinde görevlilerin ormanda çok fazla kurt olduğunu söylediğini duymuştum. Eğer yemeğin kokusunu alıp gelirlerse belki bir iki tanesini alt edebilirdim ama sürü halinde gelirlerse işim zordu. Yetimhanede silah kullanmak ve kendimizi korumayı öğrenmek için dersler vardı. Fakat ben oldukça paranoyak bir insandım. Planlarımı yaparken başıma ne geleceğini bilemediğimden elimden geldiğine kendimi geliştirmeye çalışmış,yetimhanenin büyük çocuklarından dersler almıştım. Zamanla yetimhanenin en iyi okçusu haline gelmiştim. Yakın dövüşte de kötü değildim ama zorunda kalmadıkça yakın dövüşü tercih etmezdim.
Müdirenin elime tutuşturduğu poşeti açtım. Karşımda tavşan etinden oluşan bir yemek vardı."Lanet olsun. Yetimhanede ayda yılda bir önümüze koydukları tavşan etini şimdi bana yolda yesin diye koymuşlar. Üstelik taze."Diye kısık sesle konuşmaya başlamıştım ki son söylediğim şey kafamda tekrar yankılandı. Önümde koca taze bir tavşan eti duruyordu. Aceleyle yemeği tekrar kapatmaya çalıştım. Eğer kokuyu almışlarsa birkaç dakika sonra yanımda bir sürü kurt belirecekti. Arka tarafımda bir ses duymamla yayımı elime alıp bir ok çekmem bir oldu. Sesin geldiği yerde hiçbir şey yoktu. Kurtlar yemeği bırakıp bana saldırmazlardı. O yüzden yemeği orada bırakmaya karar verdim. Okum çekili halde geri geri yürümeye başladım. Hâlâ hiçbir şey görünmüyordu. Tam o sırada yine bir ses duydum. Yayımı indirip hızla koşmaya başladım. Arkamdaki seslerde hızlandı. Bir süre daha koştum. Arkamdaki sesin sahibi de benimle beraber koşmaya devam etti. Sesler ne uzaklaşıyor ne de yaklaşıyordu. Midem bomboştu. Başım dönmeye başlamıştı ama biraz daha dayanabilirdim. Biraz daha hızlandım. İleride büyük bir ağaç vardı. Eğer hızlı bir şekilde ağaca tırmanabilirsem peşimde kurt olduğunu düşündüğüm hayvanı atlatabilirdim. Ağaca ulaştığımda seslerin geldiği yöne hızlı bir bakış attım. Bir çift göz ile göz göze geldim fakat bu gözler ne bir kurda ne de bir hayvana aitti. Bu gözler koca cüsseli ve elinde tam net göremediğim bir silah olan bir adama aitti. Adamı gördüğüm an koşmaya başladım. Kendisini gördüğümü fark edince oda hızını arttırdı. Artık tamamen yoldan çıkmıştım. Nereye gittiğimi bile bilmiyordum. Hiçbir yere hakim değildim. Sadece 3 kez görevlilerle birlikte kasabaya gitmiştim. Ağaçların arasından uzakta kayaların olduğunu gördüm. Eğer oraya gidersem belki biraz izimi kaybettirebilir sonra da taşların üstüne çıkarak kasabanın ne tarafta olduğuna bakabilirdim. O tarafa doğru koşmaya başladım. Ağaçlar sıklaşmaya başlamıştı. Dalları yüzümü çiziyordu. Yanağımdan 2 damla kanın süzüldüğünü hissettim. Dallar yüzünden gözümü bile rahat açamıyordum. Ayağım bir şeye takıldı ve yere kapaklandım. Dizimde ve ayak bileğimde yoğun bir ağrı vardı. Sanırım ayağımı burkmuştum. Yerdeki taşlarda elimi derin bir şekilde kesmişti. Koşma sesleri yavaş yavaş azaldı. Kafamı kaldırıp yavaşça bana baktı. Ağaçlardan dolayı beni göremiyordu. Etrafına baktıktan sonra dikkatli adımlarla olduğum tarafa yürümeye başladı. Büyük ihtimalle beş altı adım sonra beni görecekti. Yan tarafımda büyük bir ağaç vardı. Sürünerek o tarafa doğru gittim. Ağacın arkasına geçtim. Ağacın gövdesine büyük harflerle "YİTİK KRALLIĞA HOŞGELDİNİZ" yazıyordu. Nerede olduğumu anında anladım. Burası artık adının efsaneleştiği, masallara konu olan Yitik Krallıktı. Efsanelere göre bir zamanlar burada çok güçlü bir devlet varmış ama bir savaş sonrası yıkılmış. O yüzden de bu bölgenin adı Yitik Krallık olarak kalmış. Arkamdan gelen kalın sesle irkildim ve düşüncelerimden uzaklaştım. Düştüğüm yere doğru baktım. Adamla aramızda hâlâ mesafe vardı. Yere doğru baktığımda takıldığım şeyin parlak bir taş olduğunu gördüm. Değerli bir şeye benziyordu. Yanımda da müdirenin ihtiyaçları almam için verdiği para dışında hiç para yoktu. Eğer kasabaya ulaşabilirsem bu taşı satabilirdim. Yavaşça ayağa kalktım. Hızlıca taşa doğru bir hamle yaptım. Adam daha doğrusu suikastçı tam o sırada olduğum tarafa baktı ve yeniden göz göze geldik. Taşla beraber hızlıca koşmaya başladım. Kayalıklara yaklaşmıştım. Nefes nefese kaldığım yetmiyormuş gibi aniden nefesim kesildi. Onlarca kez yetimhanede ceza aldığım için kusana kadar koşturulmuştum. Ama bu onlar gibi değildi. Sanki nefes alamıyordum. Kendimi bir kayanın arkasına attım. Yere doğru eğildim ve sonrası benim için karanlıktı. Gözümü açtığımda hava iyice kararmıştı. İlk saniyelerde nefesimi kontrol edemesemde sonrasında alışmış ve kontrolümü tekrar kazanmıştım. Bir anda bayılmadan önce yaşadıklarımı anımsadım. Kontrollü bir şekilde kafamı kayadan ormanın geldiğim tarafına doğru uzattım. Şansıma gökyüzünde tek bir yıldız bile yoktu ve Ay'ın üzerinde de koca bir bulut duruyordu. Etraf zifiri karanlıktı. Kendimi rahatlatmaya çalışıyordum. Hâlâ tek parça halinde olduğuma göre o koca cüsseli adam beni bulamamış ve geri dönmüş olmalıydı. En azından öyle olmasını umuyordum. Peki kimdi bu koca cüsseli adam ve benden ne istiyordu?
Aklıma bir anda yetimhanede anlatılan o efsaneler geldi. Yetimhanede çocuklarının arasın yıllardır anlatılan bir efsane vardı. Efsaneye göre, müdire farklı sebeplerle yetimhanenin en büyük çocuğunu tek başına dışarı gönderirmiş ve o çocuk bir daha eve dönmezmiş. Çünkü yetimhane onun için bir suikastçı tutmuştur. Bu efsaneyi sadece küçük çocukları korkutmak için anlatıyorduk. Gerçek olduğu aklımın ucundan geçmezdi doğrusu.
Bir gün yine hava karanlıktı ve dışarıda fırtına vardı. Bütün çocuklar yerde çember yapmış oturuyorduk. Birbirimiz türlü türlü efsaneler ve korku hikayeleri anlatıyorduk. Sıra bu efsaneye geldiğinde Lisa adında küçük bir kız çok korkmuştu. Bizde eğlencenin dozunu kaçırıp biraz fazla üstüne gitmiştik. Sabah kahvaltıda görevlilerden birine böyle bir şey olup olmadığını sormuştu. Görevli ise "Elbette öyle bir şey yok." diye cevap vermişti. Orta yaşlarda olan ve pek konuşmayan bir çocuk ise "Neden o zaman buradan tek başına ayrılan büyük çocukların hiç birini bir daha görmüyoruz? " diye sormuştu. Bu sorunun üstüne kimi kahkaha atıp dalga geçerken kimisi sorgulayıcı ve meraklı bakışlarla görevlinin vereceği cevabı bekliyordu. Görevli vereceği cevabı bir türlü bulamıyor gibiydi. Ben ise ne olduğunu çözmeye çalışıyordum. Görevli lafı gevelemeye başlayıp eli titrediğinde bütün salonu sessizlik kapladı. Herkes gözünü görevliye dikmişti. Arkasında oturup kahvaltısını yapan müdire durumun ciddiliğini fark etmiş olacak ki zahmet edip ayağa kalktı. Bardağına elindeki bıçakla vurarak dikkatleri üzerine çekti. İki üç kere yapmacık bir şekilde öksürdükten sonra konuşmasına başlamıştı. "Bu konuyu aranıza ne kadar zamandır konuştuğunuzu bilmiyorum ve böyle bir şeyi neden bu kadar büyüttüğünüzü de anlayamadım doğrusu. Eğer bu olayın doğru olup olmadığını merak ediyorsanız hemen söyleyeyim. Evet bu olay kısmen doğru." Bu cümlenin ardından görevliler dahil herkes korku dolu gözlerle birbirlerine bakmıştı. Salondaki sessizlik yerini koca bir uğultuya bırakmıştı. Tam o sırada yetimhanenin büyük çocuklarından birinin kapıya doğru yavaşça ilerlediğini gördüm. Onu benden başka birinin görüp görmediğini anlamak için etrafıma göz atarken müdireyle göz göze gelmiştik. Ardından kaçmaya çalışan çocuk "Siz bizi bir çocuk olarak değil bir kukla olarak görüyorsunuz. Bıktım artık sizin saçma sapan derslerinizden,kurallarınızdan ve cezalarınızdan. Zaten aylar sonra beni zorla buradan çıkaracakmışsınız. Hatta efsaneler doğruysa öldürtecekmişsiniz de. Ben kafamdaki ne zaman sorusuyla yaşamak istemiyorum. Öldürtecekseniz şimdi öldürün. Ya da bırakın çıkıp gideyim buradan." diye bağırmıştı.Çocuğun gözlerindeki öfke ve çaresizlikle karışık korku içimi ürpertmişti. Müdire görevlilere eliyle çekilmesini işaret etti ve tekrar her zamanki otoriter ses tonuyla konuşmaya başlamıştı. "Anlaşılan o saçma bulduğun dersleri ve kuralları hâlâ öğrenememişsin. Karşındaki kişinin sözünü asla kesmemelisin ve ben de henüz lafımı tamamlamadım. Zaten söylediklerimi de dinlememişsin. Ben bu bahsettiğiniz olayın sadece küçük bir kısmının doğru olduğunu söyledim. Burası bir yetimhane bu yüzden sizinle belli bir yaşa kadar ilgileniyoruz. Ölene kadar burada yaşayamazsınız değil mi? Bu seferde bizi ormana atıyorlar diye bir efsane çıkartmayın diye söylüyorum. Sizi güvendiğimiz ustaların yanına çırak olarak veriyoruz. Gelelim suikast mevzusuna. Böyle bir şey söz konusu bile olamaz. Sizi yetiştiren,kalacak yer sağlayan,eğitim veren ve karnınızı doyuran kişiler hakkında nasıl böyle şeyler söyleyebilirsiniz? Eğer biz sizleri bulup buraya getirmeseydik çoğunuz şuan hayatta bile olmazdınız. Hepinize nankörlüğün ne kadar iğrenç bir şey olduğunu defalarca kez anlattım. Anlaşılan o ki bazı derslerimizi arttırmamız gerek." Müdire sandalyesine oturup kahvaltısına kaldığı yerden devam etti. Tam herkes yemeğine başlarken tekrar müdirenin sesi salonu doldurdu. "Yaptığınız bu nankörlük cezasız kalmayacak. Kimse önündeki yemeklere dokunmayacak. Eğer ki biriniz yemeğine dokunursa bütün salonu temizler. Bugünkü yakın dövüş antremanlarınız ise iki katına çıkarıldı. Kahvaltı saati bittikten sonra odalarınıza çıkabilirsiniz." O gün bütün yetimhane açken normalde zor yaptığımız eğitimin iki katını yapmıştı.
Şuanlık her yer karanlıktı ve bir süre güvende olduğumu düşünüyordum. Ya da öyle inanmak istiyordum. Sonuçta ben hiçbir şey göremiyorsam hiçbir şey de beni göremezdi. Değil mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YİTİK KRALLIĞIN MİRASI
Fantasy"Bazen kaçtığını sanır insan hapsolduğu yerde" "Bazense hapsolduğuna öyle inanır ki kaçtığını fark edemez"