"Geldiğinde bana söylemene gerek yok. Biliyorsun ki bunu hissedebiliyorum."
~
Hiçbir zaman kendime tam anlamıyla güvenemeyecektim.
Biliyordum, yüklerim fazlasıyla ağırdı. Yine de bu kendime olan memnuniyetsizliğimi törpülemek için yeterli değildi. Başarısızlıklarımı normalleştiremiyordum veya hayatıma kaldığım yerden devam edemiyordum. Yaşadığım her kötü an aklımın bir köşesinde kazılı kalıyor, kalbimi sıkıştırıyordu.
"İyi değilim, hâlâ yeteri kadar iyi değilim."
Mutsuzdum. Hangi ara bu hale geldiğimi bilmiyordum, sadece işimi yapmaya devam etmek istiyordum fakat bunun için gücüm bile yoktu.
Huzursuzdum ve günün hiçbir saati güvende hissetmiyordum. Onca şeyden sonra bile kendim için doğru olanı yapmıyor, sorunlardan kaçarcasına yorganı başıma çekiyordum. Uslanmazdım.Güneş doğmuştu, insanlar hazırlanmaya başlamıştı. Otobüsler ve metrolar bu saatlerde dopdoluydu. Bense hâlâ yatağımdan çıkamamıştım, çıkmak istememiştim.
Kendime bir kez daha izin verdim. Her seferinde bu aylaklıklarımın son olacağını söylüyordum fakat kendimi zorlamak için en ufak bir çaba sarf etmiyordum. Uyanır uyanmaz hiçbir şey düşünmediğim ve hissetmediğim ilk birkaç saniyenin huzurunu yaşamaya devam etmek istiyordum, çünkü kısa sürüyordu. Tıpkı şimdiki gibi.
Kalbimin üstündeki yükün hafiflediğini ve yeni bir günün doğduğunu fark ettiğim anda beni tepetaklak eden tüm düşünceler zihnime akın etti. Gece vakitleri kadar yoğun olmasa da, sabah da göğüs kafesimdeki tanıdık yükü hissediyorum.
"Ne yapacağım ben?"
Kaçamıyordum; sorumluluklarımdan, işimden, insanlardan ve içinde bulunduğum kafesten. Yemin ederim, ben tembel değilim. Sadece mutsuzum.
Derin bir nefes aldım ve yatakta doğrulmak istedim. Sadece bir istekti, bu kadar basit bir şeyi bile yapamayacağımı biliyordum. Her kalkmak istediğimde önüme zihinsel bir engel çıkacaktı ve güne yine öğle saatlerinde başlayacaktım.
Uyandığım zaman yaptığım tek şey tavanı izlemekti. Bugünden farklı olarak yaklaşık yarım saat sonra telefon çalmasaydı öyle kalmaya devam edecektim.
Panikle yerimden doğrulup telefonu elime aldım, arayan Jungkook'tu. Kendimi herhangi biriyle konuşmak için hazırlamamıştım bu yüzden sadece aramanın sonlanmasını bekledim.
Kaygı, benim için her şey demekti.
Davranışlarımı, çevremdekilere karşı tutumumu, beden dilimi ve tüm kalbimi yöneten bir histi. Anlatamıyordum, sanki ruhum göğüs kafesimde sıkışıp kalıyordu. Basit bir telefon araması gibi gözükse bile yanıtlamak benim için çok zordu. Beklenilmeyen etkileşimlerden nefret ediyordum.
Telefonun ekranı kararınca gözlerimi yumdum. Eğer acil bir şey varsa mesaj atmalıydı. Telefonda konuşmaktan hoşlanmadığımı daha önce belli ettiğimi sanıyordum.
-
Jeon Jungkook:
Yoongi
Projede sorun çıkmış
Bana da tam olarak anlatmadılar ama ciddi gibi görünüyor
Mesajlarımı görür görmez beni ara-
"Yapma, bunu bana yapma."
Birkaç hafta önce hocamız grup projesi yapmamızı istemişti. Farklı bölümlerden olmamıza rağmen ortak aldığımız bu derste Jeon Jungkook ve Kim Namjoon adında iki kişiyle eşleşmiştim. Namjoon'a ulaşmak kolay olsa da gerek telefonları açmamam, gerek buluşmalara katılmamam sebebiyle benimle çalışırken çok zorlanıyorlardı. Bunun farkındaydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
you're the only good thing in my life • yoonseok
Fanfiction"you make me think of storms on the beaches with all the lights off. everything is wrong, but it's alright. you're the only good thing in my life." 15/06/24