Taehyung, işini bitirmesinin verdiği rahatlıkla derince bir nefes verip laptopu kapattı. Piyasanın en yoğun olduğu dönemdelerdi ve gün boyu gelen aramalarla kafasını kaldıracak durumda bile olmadığı oluyordu. Bir nevi minnettardı bunun için, çünkü aklını bulandıran düşüncelerden uzaklaşmış oluyordu en azından. Hayatına birden giren Jungkook aklından çıkmıyordu. Geçmişte asla hayatlarını ayırmak istemedikleri hatta her zaman birlikte zaman geçirmek için kız arkadaş yapmamaya söz verdikleri bir arkadaşlıktı bu, belki çocukçaydı ama amaçları belliydi işte. Ruhunun ikizi olduğunu düşünürdü Taehyung, büyüdükçe kişiliklerinin farklı yönlere yoğrulması bile değiştirmemişti bunu. Sadece uzun zamandır görüşmemelerinin verdiği bir yabancılama vardı aralarında.
Onlar birbirleri için biçilmiş kaftan değil, aynı kumaşın desenindeki farklı renkler olmuşlardı hayat tarafından dokundukça.
Her ne kadar kızgın olmasının gerektiğini düşünse de içinden ona kin tutmak gelmiyordu. Veda etmemesine hâlâ bir açıklama getirmemesiydi onun tek kafasını kurcalayan. Gitmesi ise tek başına bir sıkıntı değildi, çünkü ortaokulda ebeveynlerin rüzgârına kapılmış bir çocuktu o yalnızca. Belki de Amerika'ya taşınacak olmalarının verdiği heyecanla buradaki arkadaşlıklarını unutup çocuksu bir hevesle ve batı hayranlığıyla unutuvermişti buraları. Sebebin tamamen bu olmamasını umuyordu.
Eşyaların taşınması için geleceğini biliyordu onun, saat 6'yı geçip mesaisi bittiğine göre her an kapıda olabilirdi. İkisi için birer buzlu kahve yapmaya karar verdi Taehyung, hava bunaltıcı derecede sıcaktı ancak soğuk içecekler ve klimayla yeterince memnun edebiliyordu kendini.
Mutfakta granül kahveyi ararken dış kapının açıldığını duydu, Jungkook olmalıydı gelen.
"Neredesin güzel komşum?"
"Mutfak!" diye bağırdı Taehyung gülümserken. Jungkook'un sesinden gelen neşe ona da geçmişti adeta. Arkadaşı geniş mutfağa ulaştığında elindeki poşetleri de yemek masasına bıraktı, "Hâlâ lezzetli midir ellerin? Beraber çocuklara yemek yaparız diye düşünmüştüm."
Sarı saçlı olan kahveleri elindeki cihazla çırparken hevesle konuştu, "Çok güzel fikir! Haber verdin mi onlara?"
Jungkook ona yardım etmek adına ne yaptığını inceleyip soğuk kahve olduğunu anladığında buzdolabına buz almaya ilerledi, "Verdim," Buz kalıplarıyla tezgâhta kahvelerle uğraşan arkadaşının yanına gelmişti. Aynı boyda sayılırlardı, bu yüzden kolayca çenesini omzuna yerleştirip ne yaptığını izledi.
Bu ikisine de yabancı hissettirmemişti. İlave etti Jungkook:
"Küçükken sitenin bahçesinde yaptığımız küçük kulübeyi hatırlıyor musun? Baban yardım etmişti bize. Orada söğüt ağacının yapraklarından yaptığımız spaghettiler geldi aklıma, arkadaşlarımıza yemek yapmayı planlarken. Çam tohumlarını da köfte topları olarak koyuyorduk içine ve sonra sitedeki çocuklara servis ederdik."
"Hatırlamaz olur muyum? Bir keresinde..." Arkadaşının babasından bahsedebileceğinden pek emin değildi, bu yüzden duraksadı söyleyeceklerini düşündüğünde. Ancak omzunda duran çocuktan devamını getirmesini istediğini belirten bir mırıltı geldiğinde devam etti, "Annen ile baban akşam yemeği sırasında kavga etmişti ve sen benim odamın camına taş atıp kulübede beni beklediğini söylemiştin. İlk evden kaçma deneyimim o gündü belki de, çünkü sesleri geliyordu ve yanında olamadığımdan dolayı delirecek hâle geliyordum evde. Bir keresinde bizimkilere küsüp haftalarca konuşmamıştım sizinkiler kavga ederken seni bizim eve getirmeme izin vermedikleri için."
"Haklılarmış ama, benim gibi yaramaz bir çocuğu evlat edinmek istemez kimse."
Taehyung, kahveleri bitirdiğinde arkadaşının getirdiği buz kalıbından birkaç tane buz alıp bardaklara attı ve içine pipeti yerleştirmenin ardından tatması için omzunda gömülü olan dudaklara uzattı onu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the blue in purple | taekook
FanfictionEdilemeyen vedalar, özlenen çocukluklar ama tadı çıkarılmaya çalışılan yetişkinlik. Hayatın yaşamaya değer olduğunu tekrar hatırlatan insanlara hepimizin ihtiyacı vardır ve o kişiyi bulduysanız çok şanslısınız. [texting + düzyazı]