Aramızda dağlar, yollar, yıllar var iken,
Beni sana sımsıkı sarılı görenler olmuş...
Sargın yaprakmışım dallarına,
yangın toprakmışım yağmurlarına.Türkü olmuşsun, umudummuşsun
sevdama yarınlarıma...Yine o şarkı yankı bulur kulaklarımda. İlk gün gibi tadı ve hazzı. Hâlâ iliklerime işliyor hissettirmeden.
Dışarıda yağan yağmur da içimdeki kalp sancısına eşlik çabasında.
Soğuk ve buğulu bir sonbahar akşamı. Hazan dolu, keder dolu, aşk dolu. Aslında ve en sahisi "o" dolu; dopdolu.
Yaşadığım amansız aşkın gözyaşları pençesindeyim. Kalbim öylesine, ölesiye aşkıyla dolup taşmakta ki; kalbim lâl oluyor istemsizce. Kelimeler saklı kalıyor kalbin, yüreğin derinliğinde.
Ömrüm bu aşkın sonsuz olacağına öyle çok emin ki nefes alışlarım bir an düzensizleşiyor, kalp atışlarım hızlanıyor. Yok olacağımın hissi kaplıyor her bir yanımı.
Geceyle karışık gözlerim dalıp gidiyor gecenin lacivert gökyüzüne. Hummalı bir bekleyiş içerisine giriyor kalp atışlarım.
Gecenin de bir derdi var elbet. Herkes gibi o da kendine isyan dolu. Kan, isyan kusuyor her zerresi. Lanet edesi geliyor kendine, lanetler yağdırası. Mutsuz çünkü o da. Umutsuz. Bir o kadar da huzursuz...
Bu düşüncelere dalıp gitmişken birden odamın kapısından ses geldi. Kapının öteki tarafında bulunan annemdi. Ardından sesi ulaştı kulaklarıma :
"Gelebilir miyim Zelal?"
Silkelendim önce. Kendime gelmeye çalıştım. Başardığımı düşünerek ses verdim bende:
"Tabi anne!"
Içeriye girdi annem. Yüzümdeki kara bulutu anında fark etti. Anlaşılan başarılı olamamıştım aksini göstermek isterken. Gözlerime uzunca baktı neler olduğunu anlamak ister gibi. Bakışlarını dikti yüzüme. Her bir hücremden pür dikkat mana çıkarmaya çalışır gibiydi. Dayanamadı ve konuştu:
"Neyin var kızım? Neden böylesin, ne oldu sana? Işıl ışıl etrafa bakan gözlerin yok artık farkında mısın? Gamzelerini göremez oldum. Anlatmak ister misin?"
deyip gözlerimin içine bakarak konuşuyordu.Bense yere bakan yüzümü anneme çevirdim. Sitem ediyordu bu hâlime. Haksızda değildi aslında. Böyle değildim ben! Anlatmak istedim mutsuzluğumu, hüznümü, hırçınlığa dönüşen bu hâlimi. Ama yapmak isteği değildi ağır basan. Geri çekilme kararıydı beni tatmin eden. Kelimelerimi toparlayıp, konuşmaya takatim olduğunu hissettiğimde başladım dudaklarımı kımıldatmaya:
"Birşeyim yok anne." deyip ufak bir tebessüm taktım yüzüme; "Iş yorgunluğu" dedim.
"Emin misin kızım?" dedi.
"Evet anneciğim" dedim.
"Peki..." deyip çıktı odadan.Yatağıma uzandım. Tavana diktim gözlerimi ve başladım düşünmeye. "Vay be" diye geçirdim içimden. Ardından, "Nerden nereye" diye mırıldandım; nerden nereye...
.....
"Deniz yok yine ortalıkta. Kim bilir yine nerde bu çocuk?"
"Yok yok adam olmayacak bu serseri! Ne kadar uğraşsam da yine kendi bildiğini yapıyor bu! Adam olmayacak besbelli! "
Tam da konuşmaların ortasında zil sesi duyulur. Tabi kapı ardından gelen gürültü sesleri de beraberinde getirmekteydi hareketliliği.
Gökhan Bey yatağından kalktığı zaman hizmetçi kapıyı açmış zil zurna eve gelen Deniz'i içeriye alma çabasındaydı. Gelen gürültülerin sebebi kapı önündeki saksı topraklarının yerlere dökülmesiyle anlaşılabiliyordu.
"Ah Deniz ah yine dağıttın her tarafı!" diye geçirdi içinden Gökhan Bey.
"Nerdesin sen?" deyip hizmetçiyi kurtarmıştı Deniz'in koluna girerek odasına çıkartırken. Sarhoş hâliyle konuşmaya çalışıyordu ve daha da batıyordu Deniz.
"Geziyorduuuk babaaa" diye yarım yamalak konuşuyordu. Bir de üstüne babasının yanağına bir öpücük kondurdu. Gökhan Bey iyice sinirlendi yatağına yatırıp bir hıncla çıktı odadan. Tabi bunların hesabını da soracaktı elbet.
"Yarın görürüm ben seni!"