Sabah erkenden annemin kenara çektiği perdelerin ardındaki ışıklar içeri çoktan sızmış, bulmuş yerini.
Çalar saat odayı inletirken kamaşan yarı açık gözlerimle telefonun zehir, zıkkım sesini kapatma arayışına giriştim. Öyle ki bu sesle beynim zonkluyordu. Sonunda şu lanet olası sesi kısmayı becerebilmiştim.
Yüzümü istemsizce buruşturup gözlerimi zor da olsa açabildim bir müddet sonra. Gözlerime bir odak noktası çektikten sonra oraya diktim bakışlarımı. Yine düşüncelere akıyordum. Geçiyordum yine düşüncelerin kenarından, hüzünlerin kıyısından. Ama sabah erkenden olmamalıydı bütün bunlar.
"Uyanır uyanmaz da yapılmaz ki bu bir insana! Yazık ya!" diye geçirdim içimden. Ardından kalkmam gerektiğini hatırladım. Siyah kot pantolon üstüne sıradan bir t-shirt geçirdikten sonra odadan çıktım.
Salonda kahvaltı hazırdı fakat canım hiçbir şey istemiyordu. "Kahvaltı mutlu insan işi zaten." dedim kendi kendime. Anneme küçük bir göründükten sonra çıktım evden.
5 dakka yol yürüdükten sonra Helin'le buluşurduk her sabah. Helin en yakınımdı fakat her yakınım gibi değildi. Can dostumdu. Acımı, hüznümü, herşeyimi paylaştığım tek kişiydi. O da benimle paylaşırdı her şeyini. Fazlasıyla benzerdik birbirimize düşüncelerimizle. Yakındık; fazlasıyla..
Aynı işyerinde çalışırdık Helin'le. Birlikte gider, gelirdik.
Yolun karşı tarafında bekleyen Helin'e yönelttim adımlarımı.
"Günaydın" dedim usulca.
"Günaydın Zelal." diyerek karşılık verdi.Fakat bende ki sükûtu fark etmesi onun için zor birşey değildi. Bakışlarını üzerimden çekmemişti.
"Anlat artık." dedi.
Iyi tanırdı Helin beni. Bişey mi oldu diye sormaz anlat derdi. Tanırdı yüzümdeki kara bulutu. Birşeylerin ters gittiğinden emindi.Evet ters gidiyordu birşeyler. Hatta düzgün giden birşey yoktu şu sıralar hayatımda. Ki şu son yaşananlar iyice bezdirmişti beni canımdan.
"Emir.. Dün aradı yine ve tehdit etti beni. Hem de ailemle! Düşünebiliyor musun ailemle, en sevdiklerimle!"
Öfkem dinmek bilmiyordu. Keza mutsuzluğumda öyle. Çıkmaz bir sokağa saplanmıştım.
Geçmişte sevdiğim bir adama karşı bütün duygularım nefrete dönüşmüştü. Çünkü söylediklerini yapabilecek tam bir baş belasıydı bu benimle uğraşan adam.
"Tamam" dedi Helin çaresizce. Buluruz elbet bir yolunu. Nasıl bulacağını bilmeden.
"Konuşur ikna ederiz belki. Olmuyorsa olmuyordur, yürümüyordur bu birliktelik. Kimse kimseye zorla bişey yaptıramaz ki" diye sürdürdü cümlelerini. O konuşuyordu fakat ben dinlemiyordum bile; dinleyemiyordum. Biliyordum çünkü muhattap olacağım kişinin laftan anlamayan spastik biri olduğunu.Mutsuzluğuma nefret ekleniyordu geçen her saniye. Beynimi kelimeler, düşünceler tırmalıyordu. Iç savaşımda yaşadıklarım yormuştu beni. Ziyadesiyle..
Durağa gelmiştik artık. Konuşmaların arasına bir müddet sessizlik sıkıştırdıktan sonra işin yolunu tuttuk.
.....
"Oooff beynim zonkluyor! Gece sanırım biraz fazla kaçırdım votkayı. Bu bende böyle bişey yapmazdı. Yok yok kesin fazla kaçırdım" diye kendi kendime konuşurken birbirinden eşsiz kahvaltılıkların kurulu olduğu sofranın bulunduğu büyük salona doğru yürüyordu.
Sofranın başında oturan Gökhan Bey kollarını birbirine bağlamış pür dikkat Deniz'i izliyordu. Öfkesi en az dün gece kadardı. Deniz başına hafif masaj yapıp ağrı kesicilerle kendine gelmeye çalışırken Gökhan Bey konuya girişmeye başlamıştı bile.
"Deniz"
"Efendim baba"
"Okul ne durumda?"
"Bu sene bitecek baba."
"Hayır oğlum,şu an itibariyle bitti! Haberin olsun."
"Hayır baba böyle birşey yapamazsın!"
"Yaptım bile oğlum bitti okul hayatın! Duş mu alacaksın, kahvaltı mı yapacaksın ne yaparsan yap kendine gel. Benimle geliyorsun bugün. Sarıyer'deki mağazanın başına geçeceksin. Orayı sen işleteceksin. Okulun biteceğini yok uygulamalı bir işletme dersi al bakalım!" deyip koltuğuna geçti Gökhan Bey. Deniz ise yaşadığı şoku atlatmaya çalışıyordu. Ama farkındaydı, bunlar gerçekti.