0.5

151 32 54
                                    

golden - harry styles

jisung'un jeongin'in odasına gelmesinden birkaç dakika önce jeongin ikisi için içecekleri ve atıştırmalıkları hazırlamıştı. jisung yemek yemeyi sever, sohbet ederken de ağzına sürekli bir şeyler atardı. jeongin de arkadaşını bildiğinden birkaç sevdiği şey hazırlamıştı.

içki hariç. bu gece arkadaşının sarhoş olmasıyla uğraşmak istemiyordu. jisung içmeyi de oldukça fazla seven birisiydi ve ikilinin sarhoş olunca yaşanmış anıları çok fazlaydı birlikteyken. ikisi de en çok beraberken içmeyi seviyorlardı.

jeongin jisung'u tanıyordu. jisung insanları ne kadar tanıdığını umursamadan her şeyini anlatabilecek kapasiteye sahip birisiydi ve jeongin'le de bu sayede yakınlaşmışlardı. ilk başlarda her ne kadar jeongin arkadaş olmak için bir adım atmasa bile jisung onu kendisine çekmişti tam anlamıyla, ne kadar uzak olsalar bile bir şekilde yakınlaşadabiliyorlardı aynı zamanda.

jeongin otel odasında telefonuyla ilgilenip jisung'u beklemeye devam ederken sonunda kapının çalınmasıyla ayaklandı ve bekletmemek adına büyük adımlarla kapıyı açtı jisung için.

jisung, jeongin kapıyı açar açmaz karşısındaki bedenin üstünü süzmüş ve hâlâ çok beğendiği pembe gömleği görmesiyle gülerek içeri girmişti. "harika görünüyorsun!"

"sen de öyle," dedi jeongin. jisung'un aksine daha durgun ve soğuktu. her ne kadar jisung'un yanında kendisini rahat hissetse bile soğukluğundan pek bir şey kaybetmiyordu. jisung onu zaten böyle tanıdığı için sorun etmiyordu, kendisini sevdiğini biliyordu sonuçta.

jisung heyecanla içeri geçip kendisini yatağa attı ve şirin bir ifadeyle yanına ilerleyen jeongin'i izledi. bacaklarını birbirine dolarken konuştu. "hani, hani? nerede benim içkilerim?"

"sana içki falan yok jisung, limonata içeceksin."

jisung oflayarak dudaklarını büzdü. "hayır ya! seninleyken içki içmeyeceksek ben neden yaşıyorum?"

jeongin güldü ve bir bacağını ayağının altına alarak yatağa, jisung'un biraz uzağına oturdu. ortalarında içecek ve atıştırmalıkları duruyordu. jisung, jeongin de oturunca bir şeyler yemeye başladı.

"içki içeceğim bugün. göreceksin."

"hayır jisung, gece gece seninle uğraşamam gerçekten. düşüncesi bile korkunç."

"ya jeongin!"

daha fazla ikna etmeye çalışmaktan vazgeçerek sonraya erteledi bu gayretini. şu an belki ikna edemezdi ama sabah doğru ikna edebileceğini biliyordu. jeongin ona kıyamazdı sonuçta.

jisung'un birkaç konu açmasıyla beraber bir şeyler atıştırırken sohbet etmeye başlamışlar, kahkahaları da eşlik etmişti sohbetlerine aynı zamanda. saat gece yarısını geçerken jeongin ikisine de kahve yapmıştı. kahvelerini içerken jisung jeongin yüzünden ağzındaki kahveyi püskürtmüş ve onu temizlemeye uğraşmışlardı sonra.

jisung ağzındaki kahveyi püskürtmesini her hatırladığında gülmeye başlıyordu tekrar. jeongin göz devirip etrafı kontrol etti başka bir yerde kahve lekesi var mı diye. sonra jisung'a dönerek alnına bir fiske atmış azarlamaya başladı onu.

"gülme! bir de bana temizletiyorsun ya, mal."

jisung kahkahaları arasında konuşmaya çalıştı. "aşkım özür dilerim!"

"tamam sus." jeongin tekrar göz devirdikten sonra kahve lekelerini sildiği mendilleri çöpe atarak jisung'un yanına gelmiş ve otururken de omzunu sağlam bir şekilde ısırmıştı. jisung yerinde bir tepki vererek bağırınca jeongin güldü bu sefer.

you belong with me, jeongsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin