BİRİNCİ BÖLÜM

136 7 0
                                    

İlk dikkatimi çeken,yaşlı adamın gözleri oldu.Çökmüş haldeydi ve bakışlarını benden alamıyordu sanki.Gerçi neredeyse çayevindeki herkes hiç utanmadan gözlerini bana dikmişti,ama en arsızı onunkilerdi.Sanki daha önce hiç görmediği egzotik bir yaratıktım.

Onu önemsemeyip,çayevine göz gezdirdim.Doğrudan kuru,tozlu toprak zemine konmuş birkaç masayla sandalyenin üstüne kondurulmuş ahşap bir barakadan ibaretti.Dip duvarında,üstüne düzinelerce sineğin konduğu hamur işleri ve pirinç çöreklerin sergilendiği bir camekan vardı.Camekanın yanındaki bir gaz ocağında,kurumlu bir çaydanlıkta çay kaynıyordu.Bir köşeye,tahta kasalar içinde turuncu gazozlar istiflenmişti.Bu kadar berbat bir mezble görmemiştim.Hava cayır cayır yakıyordu.Şakaklarımdan ve boynumdan ter akıyordu.Kotum bacaklarıma yapışmıştı.Ben oturmuş kafamı toplamaya çalışırken,yaşlı adam aniden kalkıp yanıma geldi.

"Böyle aniden lafa girdiğim için senden binlerce özür dilerim,küçük hanım," dedi masama otururken."Biliyorum kibarlığa sığmıyor, hele de daha önce müşerref olmadığımız,daha doğrusu senin beni,simaen dahi olsa tanımadığın düşünülecek olursa.Adım U Ba.Küstahlık diyebilirsin buna ama hakkında önceden pek çok şey işittim.Yabancı bir memlekette,yabancı bir şehirde çayevini birinde,yabancı bir adamın sana yanaşmasını pek tuhaf buluyor olmalısın.Durumunu çok iyi anlıyorum.Ancak sana bir soru sorma arzusundayım,daha doğrusu buna mecburum.Bu fırsatı o kadar çok bekledim ki,sen karşımdayken elim kolum bağlı oturamam.

"Seni tam dört yıl bekledim.Öğleden sonraları,otobüsün şehrimizde yolun kaybetmeden birkaç turisti bıraktığı yerde,bir o yana bir bu yana dolandığım çok zaman oldu.Başkentten bir uçağın geldiği o nadir günlerde,zorlanarak da olsa,o küçük havaalanına kadar yürüdüm ama naffileymiş.

"Beni çok beklettin.

"Niyetim seni azarlamak değil elbet.Lütfen beni yanlış anlama.Fakat ben ihtiyar bir adamım.Daha kaç sene ömrüm kaldığını bilmiyorum.Bizim memlekette insanlar çabuk yaşlanırlar ve erken ölürler.Bende yolun sonuna yaklaşıyorum.Ancak henüz anlatmadığım bir hikayem var;sana anlatmam gereken bir hikaye.

"Gülümsedin.Aklımı yitirdiğimi mi düşündün yoksa?Birazcık deli veya epey tuhaf olduğumu.Hakkın var tabii.Ancak nolur benden kaçma.Dış görünüşümün seni yanıltmasına izin verme.

"Sabrını sınamakta olduğumu gözlerinden anlayabiliyorum.Lütfen beni hoşgör.Seni bekleyen kimse yok değil mi?Tahmin etmiş olduğum gini yalnız geldin.Yalnızca birkaç dakika ayır bana.Birazcık daha otur benimle,Julia.

"Çok mu şaşkınsın?Güzel kahverengi gözlerin daha da irileşti.Bana ilk defa,anlamak istermiş gibi bakıyorsun.Sarsılmış olmalısın.Buraya ilk defa gediğin ve benimle daha evvel tanışmadığın halde adını nasıl bildiğimi merak ediyorsun.Herhalde ceketinde,küçük sırt çantanda takılı bir etiketten falan okuduğumu düşünüyorsun.Hayır,okumadım.Adını bildiğim gibi,doğum gününü ve saatini de biliyorum.Babasının masallarını dinlemeyi herşeyden çok seven küçük Julia'yı çok iyi tanıyorum.Hatta en sevdiğin masalı hemen buracıkta anlatabilirim:'Prens,Prenses ve Krokodilin Öyküsü'.

"Julia Win.28 Ağustos 1968,New York City'de doğdu.Annesi Amerikalı.Babası Burmalı.Soyadın benim öykümünde bir parçası.Doğduğumdan beri hayatımda yeri oldu.Geçtiğimiz dört yıl boyunca seni düşünmediğim bir gün bile geçmedi.Yeri geldikçe her şeyi açıklayacağım,ama önce bir soru sormalıyım:Sevgiye inanır mısın?

"Elbette sevgi derken;bizi sonradan pişmanlık duyacağımız şeyler söylemeye ve yapmaya iten,seçtiğimiz o kişi olmadan nefes alamayacağımızı düşündüren ve o kişiyi kaybetme fikriyle bile sarsılmamıza neden olan,sahip olunamayacak bir şeye sahip olmak ve elde tutulamayacak bir şeyi elde tutmak istediğimiz için bizi zenginleştireceğine fakirleştiren o şiddetli tutku patlamalarından söz etmiyorum.

"Benim bahsettiğim;kör gözleri açan,korkuya bile baskın çıkan,hayata mana katan,doğanın yıkım kanunlarına kafa tutan,serpilmemizi sağlayan,sınır tanımayan sevgi.İnsan ruhunun bencilliğe ve ölüme üstün gelmesinden bahsediyorum.

"Başını sallıyorsun.Belli ki böyle şeylere inanmıyorsun.Neden bajsettiğimi bile bilmiyorsun.Şaşırmadım.Biraz beklemelisin.Son dört yıldır yüreğimde sakladığım bu hikayeyi anlatınca ne demek istediğimi anlayacaksın.Vakit geç oldu.Yolculuğun uzun ve yorucu geçmiş olmalı.Arzu edersen,yarın yine aynı saatte,bu çayevinde,bu masada buluşabiliriz.Bu arada,babanla tanıştığımız yer de burası.Hatta o da tam olarak senin oturduğun taburede oturup hikayesini anlatmaya başlamıştı.Ben de tam burada oturuyordum ve hayretler içerinde ancak itiraf etmeliyim ki pek de inanmayarak hatta kafam karışmış bir şekilde dinledim.Daha önce kimsenin öyle hikaye anlatabildiğine şahit olmamıştım.Sözcükler kanatlanır mı?Havada kelebek gibi süzülebilirler mi?Ruhlarımızın en derinlerinde gizli kapılar açabilir mi? Sırf kelimeler bunu başarabilirler mi bilmiyorum,Julia,fakat babanda;insanın hayatında belki bir kez duyabileceği bir ses vardı.

"Sesi alçaktı ama,bu çayevinde duyup da sırf tınısından gözleri nemlenmeyen olmadı.Cümlelerinden bir hikaye doğmuş ve o hikayeden çıkan hayat,tüm gücüyle büyüsünü ortaya sermişti.O gün dinlediklerimden sonra,artık bende baban kadar inançlı oldum.

"Ben dindar bir adam değilim,U Ba, demişti bana.İnandığım tek bir güç varsa,o da sevgidir.

U Ba ayağa kalktı.Açık avuçlarını göğsünde birleştirerek azıcık eğildi ve ufak,hafif adımlarla çayevinden çıktı.
Sokağın hengamesine karışıp kaybolana kadar gidişini seyrettim.

Hayır,diye seslenmek istedim.Sevgiye inanır mıymışım? Ne biçim soruydu bu? Sanki sevmek insanın inanmamayı seçebileceği bir dindi.Hayır,demek istedim yaşlı adama,korkudan daha güçlü bir şey yoktur.Ölüme galip gelinemez.Hayır.
Alçak taburemde kambjr vaziyette otururken,sesini hala duyabiliyordum sanki.Dingin ve elodikti,babamınkine benziyordu.
Benimle azıcık daha otur,Julia,Julia,Julia...
Sevgiye inanır mısın...
Babanın sözleri,babanın...

Başım ağrıyordu;çok yorgundum.Sonu gelmeyen,uyku bırakmayan bir kabustan uyanmış gibiydim.Her yerimde sinekler uçuşuyor,saçıma,alnıma,ellerime konuyordu.Onları kovalayacak gücüm yoktu.Önümdeüç tane kupkuru hamır tatlısı vardı.Masa,yapış yapış kahverengi şekerle kaplıydı.

Çayımı içmeye çalıştım.Soğumuştu,elim de titriyordu.O yabancı adamı neden o kadar dinlemiştim ki? Susmasını isteyebilir,kalkıp gidebilirdim.Ama bir şey beni durdurmuştu.Tam sırtımı dönecekken;Julia,Julia Win,demişti.

Adamın söylemesinin beni bu kadar ürküteceğini hayal bile edemezdim.Nereden biliyordu? Gerçekten babamı tanıyor muydu? En son ne zaman görmüştü? Babmın hala hayatta olup olmadığını,nerede saklandığını biliyor olabilir miydi?

OY KULLANMAYI UNUTMAYIN!!

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jul 07, 2015 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Her Kalp Kendi Şarkısını SöylerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin