"yatak döşek hasta olsam da seni görebileceğim hiçbir anı kaçırmam hyunjin. gözlerindeki yıldızlardan ayrı kalmaktan korkarım.."
böyle demiştin bana.. peki altı aydır neredeydin?
hyunjin bunları zihninden geçirirken yere eğilen bedeni fark etmiş, defteri almasına izin vermeden daha hızlı bir hareketle yerden almıştı. artık bakmıyordu gözlerine. bakmak istemiyordu. her baktığında kalbine çöken o ağırlıktan nefret etmişti.
"siz.. tanışıyor musunuz?"
chris şaşkınlıkla kendinden genç olana bakarken yutkunmadan duramamıştı. unutmuş olabileceğini düşünmüştü fakat hayır. hyunjin evinin anahtarını, muhasebe dersi kitabını unutabilirdi belki. ama bu adamı unutamazdı.
"minho, uhm.. benim gitmem gerekiyor.. sana daha sonra yazacağım."
gözyaşlarını daha fazla ne kadar tutabilirdi bilmiyordu. acele ile defterini koyduğu çantasını sırtına takarak çıkışa ilerledi. onları ardında bıraktığı ilk saniye gözyaşları düşmeye başlamıştı.
senin yüzünden. neden şimdi geldin ki?
atlatmaya başladığını hissediyordu az çok. fakat kendini kandırıyordu. bunca zamandır yerinde sayıyordu ve ancak fark edebilmişti. onu aşamayacaktı. belki de bu genç yaşında onu bu kadar yaralamış olması gerçek dışı gelebilirdi ama hiçbir acıyı bu kadar derinden hissettiğini hatırlamıyordu.
kabul görmemişti.
üstelik sebepsiz yere.
yoksa seni yeterince sevemedim mi?
ilerlerken hafif çiselemeye başlayan yağmura karşı koyan bir sesten adını duymuştu. kime ait olduğunu iyi biliyordu, bu yüzden durmadı. yürümeye devam etti. fakat kısa süre içerisinde bileğinde hissettiği kuvvetle durmak zorunda kalmıştı.
"hyunjin dur lütfen.."
arkasını döndüğü anda göz göze geldiği bedenle kolunu kendine çekti. refleks olarak bir adım geriye atmıştı. bu kendince bir savunmaydı. kendini bildi bileli birisi ile tartışacaksa ya da o kişinin canını yakacağını anlarsa bir adım geriye giderdi. chris de bunu hatırlıyordu. bu yüzden kısa bir süre yere, daha sonra tekrar gözlerine bakmıştı hyunjin'in.
"bu kez çekip gitmeyeceksen söyle."
sesinin titremesine engel olamadan konuşmuştu. bu sırada yağmur iyice hızını artırıyordu. ikisinin de saçları sırılsıklam olmuştu. fakat bunu umursuyor gibi değillerdi.
"sadece bilmeni istediğim bir şey var. seni kullanmadım. ya da.. tek seferlik bir şey değildin.."
yetişmeye çalıştığından nefes nefese kalan genç sakinleşmek ve kelimelerini toparlamak adına bir nefes verdi. aynı anda da gözlerini kapatıp süre kazanmıştı.
"sadece korktum."
hyunjin görebiliyordu. aptal birisi asla olmamıştı. onun ne hissettiğini anlayabiliyordu. ama öyle ki.. hiçbir hissi kendininkine benzemiyordu. buna emindi. bu yüzden hafifçe gülümseyerek ona bakmaya başladı. küçümser şekildeydi bu ama.
"sen korkmadın chris. sen beni kullanıp bir kenara attın. daha kendin bile buna inanmazken beni inandırmayı deneme sakın."
yağmurda sesini duyurma bahanesi arkasına saklanarak içindeki öfkeyi ses tonuna yansıtıyordu. belki de günlerdir, aylardır bu anı bekliyordu. gözündeki yakıcı bakışlar, alnındaki ıslak saçlardan düşen her bir yağmur damlasını eritebilecek güçteydi.
"sadece birinin sana benim gibi bakmasını kaldıramıyorsun sen. çünkü eziliyorsun. ve sen.. ezilmekten nefret edersin. her zaman sevilirsin. değil mi? ama hayır."
kafasını iki yana salladı. karşısında ciddi anlamda sadece kendini rahatlatmak için onunla konuşmaya gelen bir adam vardı. söylediği her bir kelime belki de boşa gidecekti ama az da olsa canını yakmak istiyordu. birkaç adım yaklaşarak gözlerinin tam içine baktı.
"senden iliklerime kadar nefret ediyorum christopher bang. sahip olduğum her güzel şeyi o gece giderken beraberinde götürdüğün için."
adımlarını tekrar yola çevirdiğinde bu sefer durmasına sebep olan şey, adını duymasıydı. ona dönmedi. dönmek istemedi. rahat oluşunu, her zamanki gibi ellerini cebine koyarak konuşmasını görmek istemedi. ondan yeterince nefret ettiğini hissediyordu. daha fazlasını istemiyordu. dudakları titrerken yutkundu.
"ne yaparsan yap, nereye gidersen git.. beni unutamayacaksın."
bu çakan şimşek kalbimin bir yansıması mıydı?
"bence kendini kandırmayı kesmelisin hyunjin. benden nefret etmediğini ikimiz de biliyoruz."
işte, bir kez daha oldu. kesinlikle bugün gökyüzü benden yana.
elini istemsizce sıkıyorken son konuşan genç aksine kendime güvenli ve iyi hisler içerisindeydi. tahmin ettiği gibi. hyunjin onu unutamamıştı. ama bu onun için normaldi. kimse christopher bang'i silemezdi. herkeste az çok iz bırakırdı.
fakat hyunjin'de bıraktığı farklıydı.
bu yüzden adımlarını ondan daha da uzağa taşıdı. öyle ki en sonunda dayanamamış, sağanağa karşı koyarak koşmaya başlamıştı. içindeki her şeyi kusabileceği tek bir yer vardı. ve bilinçsiz de olsa adımları oraya yöneliyordu.
buraya gelmeyi keseli üç ay olmuştu.
şimdi ise her şeyden çok ihtiyacı vardı.
dışarıdan ihtişamlı görünen bara vardığında beklemeden içeriye girmişti. gözleri dolu doluydu, nefes nefeseydi. çalışan tek kişiyi gördüğünde sesini sabit tutmaya çalışarak konuştu.
"jeff.. o burada mı?"
"kendisinin haberi yoksa görüşeme-"
hyunjin sinirle çocuğun elindeki bardağı yere atmıştı. ağlamaya devam ederken yere düşmüştü. ondan başkasına anlatamazdı. ona ihtiyaç duyuyordu. içinde git gide büyüyen bu balonu birinin patlatması gerekiyordu.
yere anlamsızca bakarken bakış açısına bir çift bot girdi.
seneler önce alındığını bildiği tek üretimlik botlar.
kafasını kaldırdığında göz göze geldiği tanıdık yüzle titrek bir nefes verdi. helak hâlde görünüyordu. jeff boylarını eşitlemek adına tek dizinin üzerine çökmüştü.
"üzgünüm, geleceğini takvimime eklemeyi unutmuşum yıldız çocuk."
okuyucuya bir soru. sizce hyunjin'in bu öfke patlaması normal miydi?
bir sonraki bölümde flashback yaşayacağız ve hyunjin ile chan'ın nasıl tanıştığını öğrenmiş olacağız.
oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen! her biri çok kıymetli.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kırık pena, hyunchan
Fanfictionhyunjin'in karşısında duran bu beden, ağzından çıkacak tek sözle ya onu ucunda durduğu uçurumdan aşağıya atacaktı, ya da çekip kurtaracaktı. chris, ilkini tercih etmişti. "benden daha fazlasını bekleme hyunjin, yapamam."