ブラインドデート

16 6 2
                                    

yeri hazırlanırken sürekli söylenmek yerine dünyanın en enerjik insanı olup birden hoplayıp zıplamaya başladığında bir terslik olduğunu anlaması gerekirdi joohyun'un.

ilişki insanı olmadığını birkaç yıl önce olabilecek en kötü yolla öğrenmişken şimdi neden yeri biraz ısrar etti diye tanışma randevusuna gelmeyi kabul etmişti ki? kimseyle olmak istemiyordu da. geçmişe takılıp kalmışken birilerine umut vermemeliydi. yeni hatalar yapmamalıydı, çoktan bir pişmanlığı vardı zaten; o da kang seulgi'yi kaybetmiş olmasıydı.

seulgi, joohyun'u çok severdi. ona bakarken gözünde yeni yıldızlar oluşurdu adeta. her şeyden öncelikli görürdü sevgilisini. ne yazık ki joohyun o zamanlar sevginin ne demek olduğunu bilmiyordu daha. seulgi ile öğrenebileceğini düşündü belki de kendine bunu inandırdı, çünkü tek isteği seulgi'nin yanında kalmaktı. sonsuza dek sürdürebileceğini sanmıştı çocuk aklıyla. lâkin ilişkide sürekli bir şeyler veren taraf olmak fazlasıyla yoruyordu seulgi'yi.

travmaları olan birini iyileştirmek klinik açanların, psikoloji alanında eğitim görmüşlerin göreviydi, normal insanların değil. aynı zamanda birine sevmeyi öğretmek zorunda da değildi kimse. ( tabii, eğer joohyun öğrenmeyi istese seve seve öğretirdi seulgi. ) o sene joohyun sürekli güzelliği hakkında övgü alıp erkekler peşinde koşarken seulgi'nin sevgisinin kıymetini bilemedi. ilgi görmeyi sevgiyle karıştırdı belki, ya da seulgi'nin sevgisine inanmadı, birinin kendisini içten sevebileceğine inanmak istemedi. iş işten geçmiş, kavga ederek ayrılmıştı seulgi ve joohyun.

yeri nihayet pantolon giymeye çalışırken sekizinci kez düşmek yerine başarılı bir şekilde giyip gelmişti. “joohyun unnie! nerede kaldın ya, sooyoung'u bekletmek istemiyorum.”

“neden sadece ikiniz buluşmuyorsunuz ki.” dedi joohyun iç çekmeden birkaç dakika önce. “yeri bak, hem benim karnım ç—”

“yemezler abisi. çantanı al da gel, bugün o randevuya gidilecek!”

joohyun tekrar ve tekrar kendine lanet okuyarak çantasını alıp aşağı kata indi.

yeri, beyaz üstünde kırmızı yazılar olan bir cropla altına bol bir pantolon giymişti. kolunda ise küçük tatlı kırmızı çantası vardı. joohyun ise onun aksine sırt çantası almış ve düz beyaz bol bir tişört ile siyah bir pantolon giymişti.

yeri yol boyunca susmak bilmedi, gerçi tüm konuştuğu şeyler sooyoung hakkında olduğu için joohyun biraz bile dinlememişti onu. seulgi'yi düşünüp şuan nerede ne yapıyor olabileceğini hayal ederken ara sıra yeri'nin onay beklediği yerlerde başını sallıyor ya da ‛hmhm’ diye mırıldanarak kendi kendine konuşmaya devam etmesine izin veriyordu.

“buluşma yeri neresiydi?” sorarken bir yandan sağ eli başına gitti kendiliğinden. başı neredeyse çatlayacak kadar ağrıyordu. evden çıkmadan önce ilaç içseydim keşke, diye düşündü sonra derin bir nefes aldı. buraya kadar geldiyse mecbur katlanacaktı artık.

“söylemiştim ya az önce! hiç dinlemiyorsun beni of.” işaret parmağıyla içerisi tıklım tıklım dolu olan bir kahve dükkanını işaret etti kim yerim. “bak işte şurası.”

“çok fazla insan yok mu orada?”

“daha fazla insanla tanışma fırsatı demek bu! tanışma randevusundaki eşinle anlaşamasan bile birilerini bulabilirsin.” elini çenesine götürdü yalnızca birkaç saniyeliğine. “veya arkadaş da bulabilirsin, sana kalmış.” omuz silkti.

joohyun kalabalığın içinden geçerken nefes alması gittikçe zorlaşıyordu. ensesi terleyip yavaştan elleri titremeye başlarken belini tutan bir el tarafından kenara çekildiğini hissetti.

yanında yeri mutlulukla “sooyoung!” diye bağırırken joohyun karşısındaki kişinin çehresini gördüğü an donup kalmıştı. zamanın da kendisiyle birlikte donmuş olmasını dilerdi fakat zaman beklemiyordu kimseyi.

siyah, dağınık saçları ve kusursuz kahkülleri bembeyaz tenine çok yakışıyordu. rahat tarzı ile kafedeki diğer kişiler arasında bariz şekilde ayırt edilebilirdi. işte o an, kang seulgi tam karşısında durup doğrudan gözlerinin içine bakıyordu.

“joohyun-ah..?”

the perfect pair # seulreneHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin