1. BÖLÜM

17 2 0
                                    

Herkese Merhaba bu benim ilk kurgum umarım beğenirsiniz keyifli okumalar 🤍🤍

***

Carmen,Carmen ,stayin'up till mornin
Only seventeen,but she walks the streets so mean

BY Lana Del Rey

Paris'in mutluluktan bihaber sokakları yalnız ve boştu.
Bu unutulmuş sokaklar, kendi kaderlerini kabullenmiş umutsuzluğa hapsolmuştu.

Caddeyi yıkayan sağanak yağmur, kömür karası gökyüzünden ince bir tül gibi dökülürken, yalnız bir kızın adımlarına eşlik eden tek şey kaldırımlardı. Rüzgarın uzun saçlarını savurduğu o kız, sokakta tek başına yürüyordu. Islak saçları ve giysileriyle saatlerdir dışarıdaydı.

Titriyordu.

Adımlarını kederin ağırlığıyla atan o genç kız, sessizce ve tek başına yalnızlığını yaşıyordu. Bu gece onun yirmi dördüncü yaş günüydü, ama ne arayanı vardı ne de soranı.

Son yirmi dört yıldır olduğu gibi, doğum gününde yine yalnızdı.

Koyu renk, güzel gözleri yaşlarla ıslanmıştı ama diğer yandan da hiçbir duygu barındırmıyordu. Solgun yüzünde parlayan ayın gümüşi ışığı, terk edilmişliğinin tek yoldaşıydı.

O kız bendim, Carmen ROSALIND..

Her yükünü kendi kaldırmak zorunda olan, her adımını tek başına atmak zorunda olan yalnız kız.

Acı ve korku ile örülmüş hayatının her noktasında tek başına mücadele etmek zorunda bırakılmış küçük bir kız çocuğu. Uymaya çalıştığı kurallar yüzünden her gün biraz daha dibe batan bir kız.

Ben, sınırları olmayan hayatımda daima bir yanlışa güvenmiş ve sonunda da hep ihanete uğramış, sevilmemiş Carmen.

Sadece üç yanlış yapmıştım bu hayatta: Hayaller kurmuştum, yanlışları unutup her zaman yeni bir doğru aramıştım, canımı yakanları affetmiştim.

Sadece bir doğrum olmuştu bu hayatta: Gerçeği görmüştüm. Ama ne yazık ki, ne acı ki üç yanlışım bir doğrumu götürmüştü.

Başkaları için doğru olan şeyler benim için yanlıştı. Tersten işleyen hayatım yanlıştı. Dünyanın adaleti tescil etme biçimi yanlıştı. Güçlülerin her zaman haklı olduğu, zayıfların ise seslerini hiçbir zaman duyuramadığı bir düzen haklılık ilkesine aykırıydı.

Ancak bu dünyanın işine gelirdi, değil mi?

İstediğini yüceltir, istediğini ezer. Bu dünyanın adaletiydi. İnsanlara çizdiği kaderdi. Başlattığı savaş, bitirdiği oyundu.

Parmaklarımı yağmurla ıslanmış ve yüzüme yapışmış saçlarımdan geçirirken derin bir nefes aldım.

Aslında adalet göreceliydi. Bunun en çarpıcı ve en güzel kanıtını Dostoyevski "Ezilenler" adlı romanında açıkça belirtmişti. Şu sözlerle açıklamıştı: "Bir aslanı gün boyu takip etseydiniz ve aslanın yaşamak için verdiği mücadeleye tanık olsaydınız, günün sonunda bu aslanın bir ceylan yakalayıp yemesi sizi mutlu ederdi. Aynı hikayeye ceylanı takip ederek başlasaydınız ve ceylanın yaşamak için verdiği mücadeleye tanık olsaydınız, günün sonunda bu ceylanın bir aslan tarafından yenmesi sizde bir öfke uyandırırdı."

Yani başlangıç noktasını farklı seçerseniz, aynı olay kişide iki farklı yargı oluşturabilir. Bu yüzden kişinin içindeki adalet duygusu, hangi hikayeyi ne kadar süreyle takip ettiğine bağlıdır.

Adımlarımı hızlandırırken, bir anlığına bakışlarım yürüdüğüm yolun sağ tarafında kalan, sınırları çok yüksek sayılmayacak beyaz taş duvarlarla belirlenmiş mezarlığa kaydı.

Gecenin bir yarısıydı, etraf sessizdi.

Bu mezarlığın belki de korkutucu olması gerekirdi, ama inanır mısınız hiç öyle değildi. İnsanların ölülerden neden korktuğunu hayatım boyunca anlamamıştım. Cansız bir bedenin canlı birine ne zararı dokunabilirdi ki?

Mezarından kalkıp yaşayanların yaşayanlara yaptığı gibi bir insanı öldürmezdi herhalde. Ya da acı çekmesine sebebiyet verecek herhangi bir şey. Yaşayanlardan korkmamız gereken bu dünyada, ölülerden korkuyorduk.

İnsanoğlu bu kadar aptal olabilir miydi?

Olabilirdi.

Şafak vaktiyle birlikte güneşin ilk ışıkları gökyüzünde parlamaya başlamıştı. Soluk gri aralık güneşinin soluk gri ışıkları.

Bir dakika...

Şafak vakti.

Gerçekten bütün gece dışarıda mıydım ben?

Hızla arkamı dönerek yürüdüğüm yoldan geri yürümeye başladım. Artık eve gitmeliydim. Kendime, ailemin benim için endişeleneceği ve nerede olduğumu merak edebileceği yalanını birkaç defa söyledim. Ailemin umurunda dahi olmadığımı biliyordum elbette. Benim için endişelenmeyecekler, nerede olduğumu merak etmeyeceklerini biliyordum elbette. Ama kendime bu yalanı söylemediğim takdirde, büyük ve görkemli o malikane evim olması gerekirken cehennemim olan o yere gidebilme cesaretini kendimde bulabilmem için başka sebebim olmuyordu.

Ne acı değil mi?

Kendi evime gidebilme cesaretini kendimde bulabilmem için olmayan bir sebep uydurmalıydım. Gerçi o evin benim evim olup olmadığından da emin değildim. Bir insan kendi evine gidebilmek için kendine yalan söylemez, olmayan bahaneler uydurmaz.

Ben uyduruyordum ama.

Hayat bu kadar acımasızdı işte.

İşlemediğimiz günahların bedelini ödetmeyi çok severdi. Hiçbir zaman adil davranmazdı. Tıpkı yaşadığımız bu dünya gibi, sürdüğümüz hayatlarda adalet duygusundan tamamen yoksundu.

Benim hayatım bana ne acımıştı ne de adil davranmıştı. Yıllarım kendime acıyarak geçmişti. Ama artık ben de ne yapmam gerektiğini biliyordum. Bana acımayan hayatımda ben de kendime acımayacaktım.

Hayatın gerçeği buydu.

Kanlı oyunları kuralına göre oynarsanız, kazanma ihtimaliniz olurdu. Kendi kurallarınızı yazdığınızda, işte o zaman kesin kazanırdınız.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jul 02 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

SON ŞAFAK: Bir Zihin OyunuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin