7

318 17 6
                                    

alttaki yıldıza basmayı unutmayın lütfen <3






.





"Okula mı küçük hanım?" formaliteden soru soran Özgür abi'ye onaylar bir baş işareti yaptım. Sabahın yedisinde başka bir yere gidebilirmişim gibi her seferinde tasdikletiyordu.

Okul denince akan sular dururdu. Sonra o sular döner, büyük bir şiddetle üzerime çullanırdı. Ortaokul son öğrencisinin yapabileceği en büyük hata liseye geçmekti ve ben bu hatayı tam olarak dört sene öncesinde yapmıştım.

Nihayet araba durduğunda siyah sırt çantamı sırtıma takıp büyük binaya adımlamaya başladım. Okulumdaki insanlar tek tipti. Birkaç kişi hariç herkesin aynı düşünceleri kuşanıp aynı ideolojilere sığındığını çok net görebilirdiniz.

Çünkü hepsine küçüklükten beri aynı fikirler empoze edilmişti.

Aklı olan yönünü değiştirirdi ama liseli bir çocuk için başta dışlanmak olmak üzere birçok korku açıktaydı.

Sınıfıma ilerleyip kendi sırama geçtiğimde uğultulu sınıfı ve sınıf arkadaşlarımı izledim. Hazırlık senesini de sayarsam beş yıldır birlikteydik ve hepsini az çok çözmüştüm. Onlar da beni az çok çözmüştü, öylece yaşayıp gidiyorduk.

"Nasılsın cimcime?" sıra arkadaşım Aynur'un bana hitaben kurduğu cümleyle ona dönüp gülümsedim. İnsanlara hal hatır sormayı severdi. Bense yüzeysel cevaplamayı severdim.

"İyi, sende durumlar nasıl?"

"Anne karnında ikizimi yediğim günden beri hiçbir şey iyi değil." sırıttı.

O sırada sınıf kapısı gümbürtüyle açıldı ve ikimizin bakışları da oraya döndü.

"Hasan hoca kaza geçirmiş!" diye bağırdı sınıfa giren Ali. Yan şubedendi. "Bir aylığına edebiyat derslerini başka hoca verecek!" tekrardan son gücüyle bağırıp hiçbir tepkiye aldırmadan başka bir sınıfa ilerledi.

Çoğu öğrenci Hasan öğretmeni sevmezdi ters kişiliği sebebiyle. Dersini iyi anlatırdı ama üslubu berbat ötesiydi, bu sebepten ben de çok yüz göz olmaz dersimi dinler çıkardım. Şu anda Hasan hocayı seven sevmeyen herkes merak içinde ne kazası olduğunu konuşuyordu.

Sınıftaki uğultu arttığı sıra çenemi elime yaslamış etrafı izliyordum. Genç olmak güzeldi. Liseli olmak da güzeldi ama bazı şeyler herkese güzel olmazdı.

Sınıf kapısı açıldı. Ali'nin sertçe açtığı kapı bu sefer büyük bir nezaketle açıldığından dolayı sınıfın uğultusu kesilmedi, hatta kimse kapının açıldığını bile fark etmedi. Merakla karşımdaki adamın hareketlerini inceliyorken çekik gözleri benim ona gözlerine nazaran, hatta ortalama insan gözüne nazaran büyük gözlerime dolandı. Bir süre birbirimize anlamsızca baktıktan sonra gözlerini benden çekti ve sınıfta gezdirdi.

Tahtanın önüne geldiğinde birkaç kişinin daha dikkatini çekmiş, sınıftaki ses oranı giderek azalmıştı.

"Yeni öğretmen siz misiniz?" dedi en önde oturan Batu.

"Evet."

Batu'nun sorusunu kısaca yanıtladıktan sonra elindeki bilgisayar çantasını öğretmen masasına koyup tekrardan tahtanın önünde, sınıfın ortasında durdu.

"Enes Ata Ilın. Bildiğiniz üzere bir süre edebiyat derslerinizi benimle işleyeceksiniz,"

Söyleyiş şekli sert olmasa da tok ve sert sesi sınıfın her duvarına çarpmış, her öğrenciyi yoklamıştı.. Gözleri tekrardan bana döndü ama saniyelik bir andı. Fazla oyalanmamış, diğer öğrencilerde de gezinmeye başlamıştı.

İsmini duymamla çatıldığını sandığım kaşlarım aslında sesini duymamla çatılmıştı. Çünkü sesi öylesine tanıdıktı ki, ismiyle de birleştiği zaman aklıma tek bir kişi geliyordu.

"Sorusu olan var mı?" dediğinde tanışma faslını es geçtiğini anladım.

"Hocam numaranız var mı? Yani vardır da bize var mı? Sorularımız olur falan diye... Sınav öğrencisiyiz sonuç olarak, yanlış mıyım?"

Enes hocanın keskin bakışları Züleyha'ya saplandığında kaşları havalandı. "Okul içinde, dersle alakalı sorularınız olursa elbette cevaplarım."

Direkt olarak değil dolaylı yoldan reddetmiş, bunu da nazik bir şekilde dillendirmişti. Sert sesine rağmen cümleleri yumuşaktı. Öncesinde, telefonda da olduğu gibi.

Sert çene hattını kaplayan kirli sakalı, bal gibi parlayan sönük ve aynı zamanda keskin bakışları, geceyi utandıracak siyahlıkta saçları, biçimli burnu ve dolgun dudaklarını hesaba katarsak Züleyha'nın sorusunu yadırgamazdınız.

Karşımda duran adam yadırgamış mıydı çözememiştim. Yine de numarasını bizimle paylaşmayacağını biliyordum. Öyle düşünmüştüm yani, öyle bir izlenim vermişti.

Ben onun yüz hatlarını incelerken gözleri aniden bana döndü ve sol kaşı belli belirsiz yukarı havalandı, 'Ne bakıyorsun heykel inceler gibi?' dercesine. Sanatkar olun veya olmayın, karşınızda böyle bir sanat olduğu sürece ona dalıp gitmeye mahkumdunuz. Fakat onun açısından anlamsız bir mahkumluk ve anlamsız bir bakışmaydı.

Enes öğretmen en son ne işlediğimizi, nereye kadar geldiğimizi öğrendikten sonra hızlıca kaldığımız yerden anlatmaya başladı. O kadar akıcı konuşuyordu ki konunun içine mi çekiliyordum yoksa mayışıyor muydum kestirememiştim.

Sonunda ders bittiğinde çantasını aldı. Sınıfın hareketlenmesine müsaade etmeden net çıkan erkeksi sesiyle konuştu.

"Dersimde uyuklayan öğrenci istemiyorum." cümlesini tamamladıktan sonra gözleri benim olduğum tarafa kaydı ama gözlerime bakmadı, daha çok saçlarımı inceliyor gibiydi. Arkamda oturan çocuğa bakıyor da olabilirdi. Yine de 'uyuklayan öğrenci' tabirini üstüme alınmıştım.

"Hocam!" dedi Züleyha. Enes hocanın eli kapının kulbunda asılı kaldı, Züleyha'ya döndü ve ne soracağını bekledi.

"Kaç yaşındasınız?"

Çekik gözleri kısıldığında daha da çekik durdu ama balı andıran gözleri silinmedi.

"23."

O an anlamıştım.

Hayat, tesadüfleri sevse de benim tesadüflerden hiç ama hiç hazzetmediğimi.

Çünkü beklenmedik anlarda beklenmedik insanların karşımıza çıkması, bir takım hoşumuza gitmeyecek olayları beraberinde getirebilirdi.

Karşımdaki adamın bal rengi gözleri, benim mavi gözlerimle son kez çarpıştığında ise demin anladığım durumdan tamamiyle emin oldum.

Enes Ata Ilın, çok sevgili Fikriyettin'in ta kendisiydi.








-

fikriyettin bey napuyorsunuz burada

oyun (yarı texting)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin