Dün gece içtiğim uyku haplarını gece saat 3'de içtiğimden olmalı ki sabah uyanamadım. Bu yüzden okulun ikinci gününden geç kaldım.
Sınıfa girdiğimde neredeyse tüm sıralar doluydu. Oturacak bir iki sıra boş yer vardı ancak ben yinede o çocuğun yanına oturmayı tercih ettim. Neden mi? Çünkü onu daha önce görmüştüm. Dün olduğu gibi en köşede oturmuş gözleri kapalı bir şekilde uyukluyordu. Huysuz birine benziyordu. Eminim ki öyleydi de.
Yanına geldiğim dıyunca gözlerini açtı ve sonra da beni baştan aşağı bir süzüverdi. Ardından beni kasteder gibi iç çekti.
Gözlerimi devirdim ve oturup çantamı yere koydum."Benimle bir derdin mi var?" diye mırıldandım not defterimi çıkarırken.
İç çekti. Tekrar.
"Yani." diye mırıldandı. Küçümseyici tavrı inciticiydi.Ona dik dik baktım. "N'aptım ki?"
"Bilmiyorum. Hoşuma gitmiyorsun." dedi açıkça.
Gözlerimi devirdim. Tekrar. Başka da laf etmedim ona, çekilecek bir tip değildi.Bu kısa sohbetin ardından önüme döndüm ve dersimi dinlemeye başladım.
Hoca önemli bir yeri tahtaya yazdığı sırada yanımdaki bu çocuk elini bana uzattı. Avcunda bir morluk vardı."Ne?" dedim.
"Kalem." dedi. "Verir misin?"
"Tanrım. Kim kalemsiz derse gelir ki?" diye homurdandım ve ona bir kalem verdim.
Bana uykusuzluktan kızarmış gözlerini devirdi. Sürekli esneyip duruyordu. Sanki dün gece hiç uyumamış da sadece barlarda takılıp içmiş gibiydi. Ya da partilemişti. Bir partiye hiç gitmemiştim ve kesinlikle gitmek isterdim. Dışarıdan bakanlar benim parti insanı olmayacağımda hemfikir olabilirlerdi ancak hayır, ben partiler için yaratılmış olmalıydım.Ders bittiğinde doğruca sınıfın kapısına yöneldi. Oysa kalemimi geri vermemişti bile. Peşinden gittim. O kalem öyle ucuz bir şey değildi.
"Hey. Kalemimi vermedin." dedim ona yetişince.
Arkasını döndü ve elinde duran kalemimi bana uzattı.
"Adın ne senin?" diye sordum.
Adımı bilip ne bok yiyeceksin der gibi bana baktı.
"Adını bilmek istiyorum. Ben Han Jisung." dedim bu sefer.
İç çekti. Üçüncü kez.
"Minho. Ve adın umrumda değil." dedi gözlerini kısarak. Ardından da bana iğrenç bir şeymişim gibi yüzünü buruşturarak bakıp sınıftan hızlı adımlar atarak çıktı.Onunla bir ihtimal, en kötü ihtimal, arkadaş olabilirim diye düşünmüştüm. Ve bir kez daha yanılmıştım. Yine de bu yanılsama beni üzmemişti. Belki de sonunda alışmıştım buna. Bu kısmen iyi bir şeydi.
Bi' sonraki derste Minho denen yüzsüz oropu evladının yanına oturmak yerine tanımadığım bir kız ve yine tanımadığım bir çocuğun arasındaki boş sandalyeye oturmuştum. İkisi de asosyal tiplere benziyordu. Aslında erkek olanın kendinden emin, dik bir duruşu vardı. Benim duruşum ise eğik ve kamburdu. Çocuğu biraz daha incelemek gerekirse çalışkan görünüyordu. Gözleri ders boyunca bir an dahi tahtadan ve öğretmenden ayrılmamıştı. Kalın, kahverengi çerçeveli gözlükleri burnunun ucunda duruyordu. Defterine ince ince her şeyi not alıyordu. Tanıdığım hiçbir erkeğin yazısı onunki kadar güzel değildi. Hatta hiçbir kadının. Bir sanat eseri gibi yazıyordu adeta. Üstelik rengarenk kalemlerle süslüyordu da. Bunu ancak ortaokuldaki kokoş kızlar yapardı. Yinede hoş duruyordu.Onun süslü defterine baktığımı görünce çaktırmadan defterini bana yaklaştırdı.
"Yoksa tahtayı göremiyor musun?" diye fısıldadı.
"Ha?" aniden benimle konuşmasına şaşıp kalmıştım. Ne zamandan beri bu kadar ezik bir tip olmıştum da insanların benimle konuşmasına şaşırır hale gelmiştim ben?!Hafifçe gülümsedi bana.
"Şey. Aslında birçok kısmını görüyorum." dedim ona. Aslında tamamını görüyordum. Ancak ona doğruyu söyleyerek kendimden uzaklaştıracak kadar aptal değildim. En azında hayır değildim."Göremediğin yerlere buradan bak o halde." dedi. Gülümsediğinde küçük gamzeleri göz önüne çıkıyordu.
"Sağol." diye mırıldnaırken sesim çıkmasını beklediğimden çok daha sessiz ve utangaç çıkmıştı.
Yüzüm kızardı. Doğru düzgün konuşamamıştım bile. Sanırım asıl asosyal olan bendim. Daha doğrusu utangaç. Utangaç olduğumu bilmiyordum. Lise sonun ikinci döneminde borç alıp geri ödeyemediğim için okulda fena halde dışlanmıştım. O günden beri de insanlarla adam akıllı konuşmuyor, sohbet etmiyordum. Yani döngümün dışındaki birisiyle. Farklı bireylerle.O çocukla bir daha konuşmadım. Bu can yakıcı bir gerçekti. Oysa onunla konuşmak için gerçekten çabalamıştım. Bir kaç kez daha onun yanına oturmuştum. Yine defterini bana yakınlaştırsın ve sohbet başlasın dşye defterine dik dik bakmıştım. Ama derse öyle odaklanmıştı ki beni fark etmemişti bile.
Bu arkadaş arama serüvenim yaklaşık bir hafta kadar sürdü. En sonunda pes ettim. İnsanlarla iletişim kurmaya çalışıp da hiçbir sonuç alamamak beni daha da yalnız hissettirmişti. Bu yüzden şu Minho gibi bir köşeye çekildim ve kapişonumu kafama geçirip yalnız başıma takılmaya başladım.
Bazı günler derse sarhoş geliyordum. Neyse ki sesimi çıkarmadan sıraya uzanıp sızıyordum. Sadece sınıftaki insanların benim varlığımı unutmasını istemiyordum. Bu yüzden gidiyordum o dinlemediğim derslere. Yinede unutulduğumun çoktan farkındaydım. Bazen dersin ortasında bir sigara yakıyor ve yanımda oturan arkadaş gruplarını istemsizce rahatsız ediyordum.
Yaz tatilinden sonra vücudumdaki yaraların sayısını arttırmıştım. Avcumdaki kabuk bağlayan yaraya birkaç kez daha maket bıçağı saplamıştım. Diğerlerine göre daha can yakıcıydı. Bazen bunu neden yaptığımı bilmiyor olduğumu fark ediyordum. Ancak nedeni olmayan eylemlerin daha tehlikeli olduğunu biliyordum. Nedeni olan bir eylemi ortadan kaldırmak için nedinini ortadan kaldırmanız yeterli olurdu. Ancak nedensiz bir eyleme engel olamazdınız. Bu tamamen duygu meselesiydi.
Yaklaşık 2 yıldır ağlamıyorum. Küçük göz yaşlarını saymazsak. 2 yıldır hüngür hüngür ağlamak istiyorum ama yapamıyorum. Ağlamak için bir ilaç olsaydı süşünmeden alırdım ancak, hayır yoktu. Duygularım birbirine girmişti ve artık ağlayamıyordum. Asla unutamadığım bir gece var. Ocak aylarıydı, ağlamak için kendimi ne kadar zorladığımı ama yapamadığımı hatırlıyorum. Bazı ilaçların yan etkisi olabileceğini düşündüm ama kullandığım çok fazla ilaç vardı, buna hangisinin sebep olduğunu bulmam imkansızdı. Üstelik mesele ilaçtan kaynaklanıyor olmayabilirdi de. Emin değildim.
Ağlamak mükemmel bir şeydi. İnsanlar ağlamak genelde istemezler ancak değerini bilmiyorlar. Ağlamak şu hayatta sevdiğim tek şey olabilir. Ve ben bunu yapamıyorum. Okuduğum muhteşem bir kitapta da yazdığı gibi, kan kırmızı bir gözyaşıdır, vücudumu kanatmak benim ağlama yöntemim. Ben bu şekilde ağlıyorum. Elimde başka bir seçenek yok. Her insan ağlar, bu bir ihtiyaçtır, ihityacını gideremeyen insanlar başka yollara başvururlar. Benim de yaptığım gibi. Kendilerine kesikler atarlar.
Şimdi de bileğime bir çizik atmıştım. Ağlamak istediğim o anlardan biriydi. Neden ağlamak istediğimi bilmiyordum, sadece buna ihtiyacım olduğunu hissediyordum.
Bileğimi kesmemdeki amacım intihar değildi. Bunu daha önce çok düşünmüştüm. Ancak ben diğer tarafın dünyadan daha iyi olduğuna inanmıyorum. En azından kendi gideceğim yerin dünyadan daha beter bir yer olduğunu biliyordum. Dünyaya katlanamıyorum diye intihar edip daha boktan bir yere gitmeyi göze alacak kadar aptal değildim ben. Öbür dünya bu dünyadan daha katlanılamazdı, bunu biliyordum. Bu sözden ölümüne nefret etsem bile bu dünyada geçirdiğim zamanın geçireceğim en iyi zamanlar olduğuna inanıyordum.
Gelecek şimdiden daha güzel olmayacaktı.
Ben bu boktan çukurdan daha iyisini göremeyecektim. Ya bu çukurda bir ömür geçirecektim ya da daha da beterini görecektim. Dualarım bu çukurda ömrümü sürmek yönündeydi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
We Are One | Minsung ✓
FanficRuhları birbirime bağlanmış iki düşmanın hikayesi... We Are One her okuyucusunun merakını yenemeyip gözünü dahi kırpmadan gece boyu okuduğu sürükleyici bir aşk romanıdır. Bağımlılıklar, kötü alışkanlıklar, kötü yaşantılar ve sevmemek için direnip yi...