~•°I love you the first time, I love you the last time°•~Mondstadt sınırlarına yaklaştıkça hava değişmiş, hafif bir deniz esintisi gelmeye başlamıştı. Xiao arka koltukta uyumak ve uyanık olmak arasında gidip gelirken babası hafif müzik eşliğinde sürüyordu arabayı. Birkaç kilometre daha ilerledikten sonra bir benzin istasyonunda durmuşlardı. Zhongli arabasını park edip Xiao'yu uyandırmış, ve ikisi birlikte markete girmişlerdi. Zhongli bir bardak espresso ve bir iki paket bisküvi almıştı sadece. Xiao ise o çok sevdiği bademli tatlıdan arıyordu. Mondstadt'ta bulmayı pek ummuyordu, ama soğutucu dolabın en arkasında bir paket görmüştü. Biraz zorlansa da paketi arkadan almış, ve yanına da limonlu bir gazoz almıştı. Biraz bunaltıcıydı yolculuk. Soğuk içecekler iyi giderdi, değil mi? Aldıklarının parasını ödeyip marketten ayrılmışlardı.
Xiao tekrar arka koltuğa yerleşmiş, cama yaslanmış tatlısını yemeye koyulmuştu. Evden uzaklaşmak.. içinde garip hisler oluşturuyordu. Heyecanlıydı sanırım. Fakat tatlısını yedikten ve gazozunu içtikten sonra uykuya dalmıştı yine. Gözlerini tekrar açtığında babası başında bekliyor, uyanması için sesleniyordu.
"Xiao, uyan artık. Şehir merkezindeyiz."
Xiao huzursuz bir şekilde arabadan çıkıp silkelenmişti. Ne diye şehre gelmişlerdi ki... Saçlarını hafifçe düzeltmiş, ve etrafa bakmıştı. Güzel gözüküyordu aslında. Deniz kenarındaydı. Güvercinler ve martılar bir arada, onlara yem atan küçük çocukların etrafına toplanmışlardı. İşleriyle meşgul olan insanlar ellerinde alışveriş poşetleriyle oradan oraya koşturuyor, yaşıtı olan gençler etrafta arkadaşlarıyla dolaşıp şakalaşıyorlardı. Hayat dolu bir yere benziyordu Mondstadt.
"Hadi gel, sana bir şey alacağız. Önemli bir şey."
Xiao tam kafasını sallamıştı ve ona dönecekti ki, kumsal ve park alanını ayıran kısa taştan duvarın üzerinde oturan, mavi beyaz kıyafetli, mavi örgülü birini gördü. Denizci kıyafetine benziyordu üzerindeki. Kuşlar onun önünden uçuşuyordu. Ve o, doğruca Xiao'ya bakıyordu. Xiao ise bir saniyeliğine babasına dönme hatasını yapmıştı. Tekrar oraya döndüğünde çocuk orada yoktu. Hayal kırıklığı ile iç çekip babasının onu sürüklediği yere gitmişti mecburen.
"Ne diye ev süsü satan bir mağazaya girdik ki?"
Zhongli, oğlunun bu sorusuna gülmüş ve belirli bir kısma yürümüştü. Xiao'nun uyku problemlerini biliyordu nasıl olsa.
"Sana şu düş kapanı ve rüzgar çanları ile yaptıkları süslerden alacağım. Okulun yurdunun deniz manzaralı olduğunu duydum. Cama asarsın, oda arkadaşının rahatsız olacağını sanmıyorum?"
Xiao onu takip etmişti, babasının düşünceli davranışı onu mutlu etmişti aslında. O da bakmaya karar vermişti. Süslere göz gezdirirken o gördüğü çocuğu anımsatan bir tane görmüştü. Ona işaret etmiş, ve yakından bakmak istediğini söylemişti. Beyaz iplerden yapılmış, ortasında kanat işlemesi olan, ve mavi yeşil rüzgar çanları olan, bol incik boncuklu bir taneydi. Sesi de oldukça hoştu. Onu aldıktan sonra paketleyip arabaya dönmüşlerdi.
"Baba, cidden, bu kadar uğraşmana gerek yok. Mezun olunca Liyue'ye geri dönerim zaten. Ne o, yoksa beni eve geri almaz mısın?"
Bunu şaka olarak söylemişti, ama babasından endişeli bir bakış alınca susmaya karar vermişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Wind, Melodies And Cecilias
Fanfiction//XiaoVen. Possible angst and nsfw. Side ships: KazuScara/Albedo x Aether.// Pekala, ilk kitabım. Çok deneyimsiz değilim ama ilk defa bu kadar büyük bir şeye başlıyorum.