GERÇEK BİR HAYAT HİKAYESİNDEN UYARLANMIŞTIR.
2 Temmuz 1992
Yaş on altı. Bundan tam tamına 16 yıl önce ana rahminden kız cinsiyetine sahip olarak çıktığımda, belki de sırf bunun için her bebek gibi ben de ortalığı yıkarcasına ağlamıştım. O anda akciğerlerimin açılmasına bağlı duyduğum ağrı falan bahaneydi, ben sadece çıktığım anda yaşayacaklarımı ön görmüştüm. Zaten pembe bir kimliğe sahipseniz bu hayatta yaşayacağınız senaryo baştan belli. Asla sekmez ve eğer İkinci Elizabeth falan değilseniz de kim olursanız olun bu senaryolar değişmez.
Bir kız çocuğu olarak, bir kadın olarak diye başlayan cümleler aşina olduğunuz cümlelerden sadece ikisiyken bana artık nefes almak bile haram geliyordu.
Halbuki Cenab-ı Hakk’ın hangi ayetinde böyle bir şey geçiyordu? Geçmiyordu ama toplum için bu da hiçbir şey ifade etmez.
Ertaftan bulduğum bez parçaları, elyaf ve bir kalem ile kendime yapmış olduğum bebeği elimde tutarken kendimi sorguluyordum.
Bununla oynamak için büyük müydüm?
Hayır mı? O zaman neden bir ay öncesine kadar nişan elbisemle bu yatakta oturuyordum?
Yoksa o zamanlar yaşananlar küçük tatlı bir evcilikten mi ibaretti?
Beynim bana bu soruyu sorduğunda cevabı bir mırıltıyla, akan göz yaşlarım eşliğinde verdim. “Hayır…”
Bugün doğum günüm. Bir kutlama yok, mum yok, pasta yok, bir tebrik yok… Zaten doğduğum için mutlu olan da yok. Birilerinin iyi kisi falan değildim. Ama babamın keşkesiyim.Bugün benim doğum günüm ve ben bir yatağın üzerinde göz yaşlarımla oturmuş sağ elimdeki yüzük gibi masum bir ad ile anılan kelepçeye bakıyordum. Kalbimin bağlı olmadığı adamla, bir kelepçe ile zorla bağlanmıştım. Sonra kafamı kaldırıyorum ve portmantonun üzerindeki ilaç kutularına bakıyorum.
Bugün benim doğum günüm.
Hayır… Bugün benim ölüm günüm.
Ölüm günüm kutlu olsun.
∞