Kısa bir hikaye olacak.
İyi okumalar.
Üste koyduğum medyayı dinleyerek okuyunuz.Karanlık çökmüştü. Kervanda satılarak getirilen köleler sıraya dizilmişlerdi. Hepsinin alıcıları yanlarında belirdi. Zengin bir alıcı bağırdı "Nerede benim genç?". Bir kişi eksikti; Jeongkook.
Jeongkook
Ay ışığının ağaçların arasından süzerek aydınlattığı ormanda ardıma bile bakmadan amansızca koşuyordum. Oradan kaçmıştım. Artık orada olmak istemiyordum. Kendimi oraya ait hissetmiyordum, köle olarak o adamın yanında kalamazdım. Bu kaderime razı olmazdım. Kaçtım. Yeterince uzağa gidene kadar kaçtım. O kadar hızlı koşuyordum ki nereye geldiğimi fark etmemiştim. Gece yok olmuş gibiydi. Güneş yukarıda ışığını saçarak etrafı aydınlatıyordu.
"Nasıl oldu bu?"
Sorguladım bir an. Sonra yürümeye devam ettim. Akarsuya denk gelmiştim. Önünde oturup biraz su içtim.Hayatımda bu kadar tatlı bir su içmemiştim. Biraz daha yürüyünce hoş bir melodi duydum. Sesi takip ettim ve nehrin karşısında ,suyun ve kuş cıvıltılarında eşlik ettiği, keman çalan bir adam gördüm. Gördüğüm adam çok garipti kulakları sivriydi ve oldukça uzundu ,çok güzel giyinmişti bunlarda dikkatimi çekti ama o kadar güzel çalıyordu ki dinlemek için ağacın dibine çöküvermiş buldum kendimi. Melodiye o kadar kapılmıştım ki kemanı o kadar güzel çalıyordu ki...
Orda öylece oturup uyuyakalmışım. Gözümü açtığımda adam tam karşımda durup beni izliyordu uyanmamı beklermişcesine. Korkarak yüzüne baktım , konuşmuyordu sadece izliyordu. Konuşmamı mı bekliyordu?
Yavaşça ayağa kalktım, onun yanında cüce kalıyordum. Yüzünü görmek için kafamı kaldırdım. Güzel sesi kulaklarımı doldurdu.
''Buraya nasıl geldin insan?'' İnsan... Niye bastırarak söyledi ki? O insan değil miydi?
''Şey ben koşuyordum, birden burada buldum kendimi.'' İnanmaz gözlerle baktı.
''Burası insanlar için çok güvenli değil ama geri dönme şansında yok.''
''Nasıl? Burası başka bi diyar falan mı?'' Diyerek dalga geçtim ama o çok ciddi bakıyordu. Düşününce zaten insana benzemiyordu ki.
''Sen nesin?'' Kendimi tutamayarak hadsiz bir soru sormuştum. Ama çok nazikti. Hemen anlatmaya başladı.
''Burası elfler diyarı . Tüm diğer canlılar bizim dostumuz misafirimizdir , insanlar hariç. İnsanlar sonu gelmez hırslarıyla zamanında bizi şimdide kendilerini mahvediyorlar.'' Araya girdim.
''İnsanım ben. Öldürecek misiniz beni. Ama ben...'' Büyük eliyle ağzımı kapattı.
''Dinlesen bi.'' Başımı salladım , eli hala ağzımı kapatıyordu. Devam etti.
''Neyseki şanslı bir insansın benim gibi merhametli prense denk geldin. Kral olsaydı çoktan ölmüştün.'' Elini dudaklarımdan çekip elime attı.
''Gel köye götüreyim seni. Çok zayıfsın güzel yemeklerimizden ye.'' Gözlerim parladı, o kadar acıkmıştım ki sadece başımı sallayıp onaylamıştım.
Elimden çekiştirdi, köye doğru yola koyulduk. Çevre o kadar güzeldi ki gözlerimi alamıyordum; her yer renkli çiçekler, kelebekler...
Herşey o kadar güzeldi ki.
Bir süre sonra sanırım köye varmıştık. Elimi bırakıp bana döndü.
''Biliyorsun prens olduğum için insanların yanında bana, bir prense nasıl davranılıyorsa öyle davranmalısın.''
Başımı salladım. Arkasını döndü, makul bir ara bırakarak onu takip ettim. Köyden geçerken insanlar sinirli aynı zamanda korkarak bana bakıyorlardı.
Bir süreliğine kaşlarımı çattım ama sonra nedenini merak ettim.
Prensi takip ederken durdu ve önüme bakmadığım için ona çarptım. Korkarak geri çekildim ve bana döndüğünde önünde kafamı eğdim. Biraz durdu ve elini çeneme atarak yüzümü ona çevirdi. Gören köylüler şok olmuştu. Sarayın önündeydik. Saray; insanların ki kadar şatafatlı ,görkemli değildi. Hatta köyün tam ortasındaydı. İnsanları sevmemelerinin nedenini şimdi anladım. Ayrıca yeni farkettim de köylüler de prens kadar güzel giyinmişti. İnsanlar eşitlik ve adaletten bahseder hep ama hiç göremedik o adaleti. Beni düşüncelerimden uyandıran prens...''Kralın önüne çıkmadan güzel giyinip yemek yesek iyi olmaz mı?'' Prensin bu teklifine çok sevindim ve hemen başımı salladım. Sarayın geniş kapıları açıldı. Sadece askerler vardı hiç hizmetçi yoktu. Sadece sarayda yaşayan aşçılar vardı ve bunlar sadece kadın değildi. İlerledik ve bir odaya girdik. Prens odada beklememi ve ban kıyafet getireceğini hem de aşçılara haber vereceğini söyledi. Bekledim.
Bİraz sonra prens elinde mavi ipek elbiselerle yanında aşçılar yemek getirmişlerdi. Böyle çok garipsedim. Erkek fahişesi olarak satılacakken birden böyle misafir olmak ...Ve köle yok!
Prens aşçılarla sofrayı hazırlarken bende banyo yapıp üstüü giyindim. Odaya geri döndüğümde aşçılar gitmiş prens yemek için beni bekliyordu. Gülümsedi.
''Çok yakışmış.'' Ayağa kalktı ve kolumu tuttu.
''Hadi gel yemek yiyelim. Eminim çok beğeneceksin.''
Onunla beraber sofraya oturdum. İlk benim yememi bekliyordu. Dudaklarımı ısırmayı bırakıp çubukları elime alıp güzel kokan yenekleri yemeye başladım. O kadar lezzetliydiler ki gözlerimi kocaman açıp.
''Çok lezzetliler!'' Demiştim. Prens memnun bir şekilde gülmüştü.
''Biliyor musun, bu tarifler bana ait.'' Tekrar şaşırmıştım. Yemeği bitirdikten sonra.
''Bu arada adını sormadım. Ben Prens Taehyung. Ama sen sadece Taehyung diyebilirsin.'' Diyip tatlı bir gülümseme sunmuştu. Ben susunca sorgularcasına baktı. Hemen farkedip boğazımı temizledim.
''Ben... Jungkook.'' Utanmıştım. Neden bimiyorum ama sanırım ilk defa adımı ben söylemiştim ve köle dememiştim evet dememiştim. Utanmama gülümsemişti.
''Bana biraz kendinden bahsetsene Jungkook.'' Sorusu kafa karıştırıcıydı. Neyi anlatacaktım. Anlatacağım hiçbir şeyim yoktu.
''Be... Neyden bahsedeceğimi bilmiyorum. Satılacak bir köley...'' Sözümü kesti.
''Hayır ondan bahsetme mesela en sevdiğin renk... Onun gibi şeyler.'' Şaşırdım, ilk defa biri bana sevdğim şeyleri sormuştu.
''Çok açık mavi. Tıpkı bulutsuz güneşli bir gündeki gökyzünün aldığı renk...'' Gülümsedi.
''Başka? Mesela yemek?'' Anlamsız bir kahkaha attım.
''Hayatımda yemek denilecek olan tek şey pirinç topuydu. Ama eğer bugün de dahilse evet en sevdiğim yemek sizin tarifinizdi.'' Biraz üzülmüş gibiydi ama yinede gülüşünü eksik etmedi.
"Peki başka?" Biraz düşündüm.
"Aslında buda sayılırsa bugün çaldığın alet çok güzel ses çıkarıyordu. Çok sevdim." Bu sefer büuük bir gülüş sundu.
"O aletin adı keman. Her gün alıştırma yapmak için nehre iniyorum. İstersen sende benimle gelebilirsin." Çok mutlu olmuştum.
"Cidden mi? Çok isterim!" Gülümsedi tekrar. Aslında hiç somurtuğunu görmedim.
Böyle güzel bir diyarda somurtmak mümkün müydü?Bu bölüm bu kadar.
Diğer bölümde görüşürüz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
One Last Goodbye (Taekook)
FantasyBir gün Jeongkook adındaki genç; köle olarak satılmak için kervanlardan birinde bulunur ama istemez ,kaçar ve ormana gider. Orada yakışıklı bir Elf prensini keman çalarken görür ve dinlemek için çalılara saklanır. Birbirlerini gördükten sonra olacak...