Merhabalar! Yeni bir hikaye... Umarım keyifle okursunuz. Yorumlarınızı eksik etmezseniz çok mutlu olurum. İyi okumalar! 🖤
"Derler ki barış ve bereket tanrısı Oro, gökkuşağının üzerinde dünyayı ziyaret ederken Prenses Bora Bora'ya siyah bir inci hediye etmiş. İnci, onun aşkının ve umudunun simgesiymiş. Öyle ki, birine siyah bir inci hediye etmenin sonsuz sevgiyi temsil ettiğine inanırlarmış. Farklı renk tonlarına sahip olsa da bu derin siyah rengindekiler en nadir bulunanı, en değerlisiymiş."
Gözlerini alamadığı bir çift kara gözden, elinde tuttuğu eşsiz güzellikteki simsiyah inciye çevirdi bakışlarını. Bu uçsuz bucaksız okyanusta böylesi benzersiz bir taşı bulması imkansız görünebilirdi.
Ama Alaz böyle mucizelere, tatlı tesadüflere inanmayı severdi. Tıpkı şimdi karşısında ona tarif bile edemediği, içinden dolup taşacakmışçasına yoğun bakışlarla bakan Asi sevgilisini, milyarlarca insan ve sonsuz ihtimal içinde bulmuş olması gibi... Yüzündeki sıcacık tebessümü silinmeden parmakları arasına aldığı inciyi uzatmıştı kadına.
''Senin için... İnanıldığı üzere sonsuz aşkımın simgesi...''
*
Sabahın oldukça erken saatlerinde kendini ofisine atmış, birkaç saattir de tüm odağını önündeki bilgisayar ekranında açık olan sözleşmeye vermiş, durmaksızın çalışıyordu Asi. Çağla ve birkaç arkadaşlarıyla birlikte gittikleri birkaç günlük tatil kaçamağından daha dün dönmüştü. Yazın şu sıcak günlerinde biraz ara vermek, arkadaşlarıyla vakit geçirmek çok iyi gelmişti Asi'ye ama kendisini bekleyen işleri de dağ gibi birikmiş, karşısında duruyordu şimdi.
Öyle ki, masası da bu iş yığınından ve karmaşadan nasibini almıştı. Her zaman dağınık çalışırdı Asi, kafasını böyle daha rahat toplayabildiğini düşünürdü. Artık buz gibi olmuş, yarısı hala dolu kahve fincanı, bugünün tarihi altında yapılması gerekenlerin sıralanmış olduğu ajandası, incelemesi gereken dava dosyaları yayılmıştı geniş masanın her tarafına.
O burada yokken de işlerin yolunda gittiğini biliyordu aslında Asi. İşinde çokça iyi çalışanlara ve en önemlisi bu işi belki de kendisinden bile daha fazla sahiplenen, özenle çalışan Ozan gibi bir ortağa sahipti.
Bodrum'da olduğu birkaç günde de Ozan'la sık sık telefonlaşmış, işlerin nasıl gittiğini takip edebilmişti. Her şeyin yolunda gittiğinden emin olmak isteyen kontrolcü yanı Asi'nin peşini bırakmıyordu işte. Seviyordu da işini, çok çalışmıştı, hala çok çalışıyordu ama dönüp neler yaptığına baktıkça, her anına değiyordu.
Onun bu kontrolcülüğünü her daim bir şekilde dizginlemeyi başarabilen Ozan'ınsa, şu birkaç günde aramasına gerek olmadığını, her şeyin yolunda gittiğini, tatiline, arkadaşlarına, kendisine odaklanmasını sık sık hatırlatması gerekmişti Asi'ye.
Yine de ne kadar başarılı olabildiği tartışılırdı. En nihayetinde Asi, tatilden döner dönmez kendini yine ofisine atmıştı. Bu birkaç günlük süreçte biriken işlerini toparlıyor, revize edilmesi gereken sözleşmeleri, gönderilmesi gereken dilekçeleri kontrol ediyordu. Öğleden sonrasına ayarlanmış toplantıları, sabahtan halledilmeyi bekleyen işleri tatil sonrası yoğun temposuna anında döndürmüştü onu.
Ne kadar süre böyle çalıştığını bilmeden işine devam ederken, mesainin çoktan başladığını, kapının ardındaki konuşmaları, doldurulan fincanları, oradan oraya adımlayan topuk seslerini duymamıştı bile Asi.
Ancak kapısının çalınmasıyla kafasını bilgisayarından kaldırmış, bakışlarını da o yöne çevirmişti. Kısaca ''Gelin...'' deyişinin ardından kapı aralanmış, muzip bir gülümsemeyle ona bakan Ozan'ı görmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
in a hundred lifetimes | aslaz
Fanfiction''and I'd choose you; in a hundred lifetimes, in a hundred worlds, in any version of reality, I'd find you and I'd choose you.'' *bir veya birkaç bölümlük alternatif aslaz kurguları