Yanı başındaki beş defadır ertelediği alarma küfrederek uyanan Soner hızlıca elini yüzünü yıkayıp annesine kahvaltı hazırlamaya başlamıştı. Hastaneye götürecekti bugün onu. Son bir haftadır çok bitkinleşmişti Asuman, hiçbir şey yemiyordu. Annesinin en son ne zaman güldüğünü bile hatırlamıyordu Soner, ama bu başkaydı. Korkutuyordu genç adamı. Tekrar kaybetmekten, daha da yalnızlaşmaktan korkutuyordu. Çayı doldurup annesini uyandıracağı sırada telefonu çalmaya başladı. Ne vardı sabahın köründe? Yine hangi başarısız operasyonun haberini alacaktı?
"Rüyanda beni görmediysen kapatıyorum telefonu Eray?"
"Abi dur! Dur! Bu sefer önemliymiş."
"Ne olmuş Eray? Erol yine hangi masumu incitmiş?"
"Öyle bir şey değil abi. Bizim depoya gelmen lazım. Ahmet abi aradı söyledi bana da. Yarım saate orada oluyormuşuz."
Ahmet abi, bilinen ismiyle Topal Ahmet, babasının adamıydı. Aynı kanı taşıdığı, birlikte geçirmek zorunda kaldığı her dakikaya lanet ederek büyüdüğü babasının adamıydı. Hayatındaki en değerli iki insanı ondan koparan babasının adamıydı. Erol'un adamıydı. Ama vicdanlı adamdı Ahmet. Neler yaşadığını, nasıl büyüdüğünü bildiği Soner'e babasının vermediği güveni verirdi. Büyük minnet duyuyordu bu yüzden adama.
"İnşallah kayda değer bir şeydir Eray. Tamam kapat hadi tamam."
Annesini gelince götürmeye karar verdi. Ahmet abi boş yere çağırmazdı onu, gerilmişti biraz. Lacivert ceketini de üzerine geçirip çıktı evden.
-
"Buyur Ahmet abi, mevzu ne?"
"Bizim malları kaçırmışlar yine. Fikret kimin kaçırdığını, bu akşam hangi mekana gideceğini falan öğrenmiş. Orayı basıyoruz akşam."
"Ee abi, rutinimiz ya bu bizim. Konum atsan yeterdi."
"Mekan sizin eski evin semtinde Soner. Gelmek ister misin emin olamadım, yüz yüze sorayım dedim."
"Nasıl? Bizim adamların gideceği yerler değil oralar. Başka satıcı mı bulmuş bu pezevenkler." diye kükredi adeta Soner. Elleri yumruk haline gelmişti. Burnundan solumaya başlamıştı. Bir sağa bir sola yürüyüp sakinleşmeye çalışıyordu.
Erayla Ahmet göz göze gelmişlerdi. İkisi de biliyordu Soner'in delirme sebebinin mallarla bir ilgisi olmadığını. Adamın yıllardır adımını atmadığı sokaklardı oralar. Aslı'yı son kez gördüğü evi görür de dağılır, toparlayamaz, kardeşini aramaya devam edecek gücü yitirir diye hep Ahmet'i gönderirdi oralara. Son zamanlarda annesiyle ilgilenmekten boşlamıştı biraz işleri. Yasaklı madde ticareti yapıyordu. Kötü adam triplerine girmeye bayıldığından değildi, her semtte bir tanıdığı olursa kardeşini araması daha kolay olur diye düşünmüştü. Evet hala arıyordu. Değil 15, 35 yıl geçse de aramaya devam edecekti. Biliyordu ölmediğini, hissediyordu. Kardeşler hissederdi.
İki adam da biliyordu herkese aslan kesilen Soner'in kardeşinin adını duyduğu günlerin gecesinde uyuyamadığını, kabuslarının bitmediğini, o günü tekrar tekrar yaşadığını.
-
8 Eylül 2009
Doğum günüydü Aslı'nın. Asi'nin. 5 yaşına girecekti. Soner günlerdir uğraştığı hediyesini sonunda bitirebilmişti. Gecekondu mahallesinde büyüyen 9 yaşındaki çoğu erkek çocuğu gibi o da akşam ezanına kadar mahallede dolaşır eve girmezdi. Erayla oynardı. Bir hafta önce çöpün kenarında bulmuşlardı elinde tuttuğu kelebeği. Soner'in yatağının altı bunun gibi bir sürü kesici aletle doluydu. Onları çok sevdiğinden ya da koleksiyon yaptığından biriktirmiyordu. Olur da babası delirince annesini ve kardeşini korumaya elleri yetmezse bıçakları kullanacaktı. Nefret ediyordu adamdan. Bir çocuk babasından nasıl nefret edebilirdi? Böylesine büyük bir duyguyu küçük kalbine nasıl sığdırabilirdi? Yapıyordu ama. Keşke yapamasaydı.
Bahçeye çağırmıştı o gün abisi Aslı'yı. "Hediyeni vereceğim ama annem görmesin abicim." demişti. Kafası karışmıştı Aslı'nın. Asi'nin. Annesinin neden görmemesi gerekiyordu. Elmalı lolipop mu getirmişti acaba. Çok seviyordu Aslı elmalı lolipopu. Ama annesi çok yemesine izin vermiyordu. Karnın ağrır diyordu.
"Gel Aslı şuraya gidelim oturalım abicim. Bak Duman da ordaymış."
Her akşam bir parça ekmeklerini saklayıp besledikleri kediydi Duman.
"Bak sana şimdi vereceğim hediyeni ama kimseye göstermek yok tamam mı? Çok gizli. Anneme falan gösterme sakın." diyip yanağını sıkmıştı küçük kızın.
Elindeki metale bakıyordu Aslı. Anlayamamıştı ne olduğunu.
"Bu ne abi? Meyve bıçağı mı?"
Gülmüştü Soner.
"Hayır Aslı kelebek bunun adı."
Şaşırmıştı Aslı. Kelebek bahçede otururken saçına konan minik hayvan değil miydi? Tam soracağı sırada abisi tekrar konuşmaya başladı.
"Lazım olmadıkça kapalı tut, cebinde sakla tamam mı? Birinden korkarsan, yaklaşmasını istemezsen kullan sadece. Şimdi cebine koy, uyurken de yastığının altında saklarsın."
"Ama ben bilmiyorum maalesef ki bunun nasıl açılacağını."
"Ben yanındayken açmana gerek kalmaz zaten abicim. Boşver orasını sen sadece sakla tamam mı? Bizim gizli sırrımız olsun bu."
Onaylar gibi başını sallamıştı Aslı. Yemek için annelerinin seslendiğini duyunca kalkıp eve yürümeye başlamıştı ikisi de.
Bilmiyordu Aslı. Elinde tuttuğu kelebeğin üzerinde kendi isminin kazılı olduğunu bilmiyordu. Tıpkı o günden sonra ailesinden geriye kalan tek şeyin bir demir parçası olacağını bilmediği gibi.
Akşam olmuştu. Annesinin doğum günü için yaptığı bisküvili pastanın üzerindeki mumu üfledikten sonra sesler yükselmeye başlamıştı yine. Asuman ve Erol bağırmaya başlamıştı. Her gün maruz kaldığı seslere alışmıştı Aslı. Ama bari bugün bağırmasalardı. Neyi paylaşamıyorlardı? Hem daha pastasını bile yememişlerdi. Mutfağa girdi. Parmaklarının ucunda yükselip güç bela bir çatal alabilmişti eline.
Abisi yine annesine sarılmaya başlamıştı. Aralık kalan yatak odasının kapısından görebiliyordu. Gitmek istiyordu yanlarına ama abisi bir kere yaklaşmaya çalıştığında çok kızmıştı. Sesler durana kadar asla gelmemesini söylemişti. Tamam demişti Aslı da. Korkuyordu zaten. Gitmese daha iyiydi.
Tam pastasından bir lokma almıştı ki bahçeden miyavlama sesleri geldiğini fark etti. O gün Duman'a ekmek vermeyi unuttuklarını hatırlayıp minik avcuna bir parça pasta aldı ve kediyi doyurmaya karar verdi. Kapıyı açıp bahçedeki iki kişilik koltuğa oturdu. Duman da peşinden gelmişti. Bir eliyle küçük tüylü arkadaşını okşarken diğer elinde de kedinin tırtıklı dilini hissediyordu. Elindeki pastayı bitirmeden doyup gitmişti ama Duman. Az ilerdeki çöp konteynırının etrafı da kedi dolu olurdu hep. Kalanını eve götürüp çöpe atmak yerine onlara vermeye karar verdi. Abisi duysa çok kızardı tek başına gittiği için. Ama sesler kesilmemişti ki. İzin almaya gidemezdi.
Çöp kutusuna koşarken bir yandan da her adımında önüne gelen dağılmış kıvırcık saçlarını çekmeye çalışıyordu. Tam karşı kaldırıma geçeceği sırada ileriden gelen siyah arabayı fark etti. Durdu ve geçmesini bekledi. Ama tam önüne geldiğinde durmuştu kocaman araba. Acaba bana yol mu veriyorlar diye düşünüp yürümeye başladığı sırada bir el burnunu ve ağzını iğrenç kokan bir bezle kapatmıştı. Bugünleri ve devamındaki 2 yılı ne küçük Aslı ne de büyük Asi hatırlayacaktı.
Evin içindeki sesler bu sefer babası yorulduğu için değil Soner yatağının altından çıkardığı kelebeği annesinin eline tutuşturduğu için kesilmişti. Parlak demir parçası ne ara Erol'un karnından çıkıp kırmızıya boyanmıştı anlayamamıştı.
Soner de bilemezdi. O gün herkesten korumaya çalıştığı kardeşini ve annesini son kez göreceğini bilemezdi. Annesini 15 yıl boyunca sadece demir parmakların arkasından göreceğini bilemezdi. Ama en çok da bütün acılarının başrolündeki babasıyla büyümek zorunda kalacağını bilemezdi.
-
"Soner iyi misin abi?"
"Bir iki saate mekanın konumunu atarsınız, az işim var benim." diyip hızlı adımlarla depodan çıktı Soner.
Hastaneye gidip gerekli testleri yaptırdıktan sonra döndüler. Annesinin kapkara kıvırcık saçlarına saçlarına bir öpücük kondurup ilaçlarını yanındaki sehpaya eksiksiz koyduğuna emin olduktan sonra çıktı evden.
-
Asi'nin sahne alacağı saat yaklaşıyordu. Giyeceği elbiseyi mekanın kulisine bıraktığını söylemişti Çağla. Normalde kabul etmezdi ama geçen gün malikanenin bahçesinde yemek yerken girdikleri iddiayı kaybettiği için bir şey diyememişti. Cesur salonda uyuyordu. Uyandırmak istemedi. Tolga'nın mekanında şarkı söyleme teklifini Cesur'un da garson olarak onunla birlikte çalışması şartıyla kabul etmişti. Cesur ne kadar belli etmemeye çalışsa da Asi onun bir şeyler karıştırdığını hissediyordu. Belki düzenli bir işi olursa henüz vakit bulup ensesine çökemediği pis işlerini bırakır diye düşünmüştü. Yaklaşık 2 haftadır birlikte çalışıyorlardı ve şüpheli bir davranışı olmamıştı Cesur'un. Ya da Asi fark etmemişti. Emin değildi.
Boynuna mor boncuklu kolyesini taktı, ayağında siyah botlarını geçirdi. Kelebeğini de yanına aldığın emin olduktan sonra yavaşça kapattı mavi kapıyı.
-
Mekana geldiğinde Alaz ve Tolga'yı giriş kapısının önünde hararetli hararetli bir şeyler tartışırken görmüştü. Gidip neyi paylaşamadıklarını sormak istedi ama dün kendine verdiği sözü hatırlayıp vazgeçmesi uzun sürmedi.
Alaz'ın dengesizliklerinin kafasını karıştırmasına, kurduğu süslü cümlelerle aklını bulandırmasına izin vermeyecekti. Süreç nasıl ilerlerse ilerlesin sonucunda Asi'yi kazanmak ya da kaybetmek onun elindeydi. Asi için o kadar da önemli bir mesele değildi bu.
En azından Asi öyle zannediyordu.
Alazla tanışalı çok uzun zaman olmamıştı. Yaman yaklaşık 1,5 ay önce bulmuştu ailesini. Ve Asi sadece 1,5 aydır tanıdığı bu adamın -tanıdığına emin olamasa da- yerli yersiz davranışlarıyla kalbinin ritmini değiştirmesini kabullenemiyordu. Aynı ortama girdiklerinde beş dakika geçmeden laf dalaşına girmeye başlıyorlardı. Ama bu ne Asi ne de Alaz için problem değildi. Tartışırken burun buruna geldikleri saniyeler Alaz'ın rüyalarını süsleyen anların en masumuydu. O Asi'nin aksine kendine itiraf edebilmişti hislerini. Ama kıza açılmak yerine damarına basmaya devam etmek, konuşurken gözlerinden çıkan alevlerin yaktığı kişi olmak, kulağına eğilip cümlelerini bir bir sıralarken kıvırcık saçlarının yüzüne temas etmesi şimdilik Alaz'a yetiyordu.
Asi yaklaşık bir dakikadır düşünceleriyle boğuşurken hareket etmeden onlara baktığının farkında değildi. Kendine gelir gelmez adamlar onu fark etmediği için ne kadar şanslı olduğunu düşünüp kapıya yöneldi. Planı Tolga'ya -ayıp olmasın diye- ufak bir selam verip hazırlanmak için kulise çıkmaktı. Ama ortamda Alaz varken pek mümkün değildi bu.
"Selam Tolga."
"Selam Asii, hoşgeldin, biz de seni ko-"
Alazın omzuna attığı koluyla irkilmişti Tolga.
"S-seni Çağla bekliyor yukarıda diyecektim."
"Çağla mı? Geleceğini söylememişti." dedi kız.
Alaz eline geçen fırsatı kaçırmadan atladı:
"Yeni far plakası almış-"
"Far paleti bro o." diye fısıldadı Tolga.
"Ondan almış işte."
Asi gülmemek için zor duruyordu.
Devam etti Alaz:
"Sana sürpriz yapacakmış, o yüzden haber vermemiştir."
"E bozdunuz ama sürprizi." diyip kaşlarını çattı Asi.
"Vah vah, öyle mi olmuş. Neyse işte onu bırakmaya gelmiştim dönerim şimdi."
Gitmeyeceğini tabii ki biliyordu Asi. Hatta Çağla'nın sürprizinin bahaneden ibaret olduğunu da biliyordu. Haftanın her günü içmesinin absürt duracağını düşündüğü için üç günü içme bahanesiyle gelir, hep oturduğu sandalyesinde yerini alır, geri kalan günlerde ise Çağla'yı sürükleyip kızı bırakmaya geldiğini söyleyip geçiştirirdi.
"Teşekkür ederim çok gerekli bilgilerin için Alaz, benim için geldiğini düşünmemiştim zaten bu kadar uzatmana gerek yoktu." diyip gülümsedi ve içeri girdi.
Kız girmeden önce her zamanki gibi göz kırpmayı ihmal etmemiş olan Alaz ise kendi kendine gülümsemeye başlamıştı çoktan.
"Ne bozuyorsun lan beni kızın yanında, ha plaka ha palet ne fark eder sanki, neyse dediklerimi anladın değil mi? O şarkıdan önce bana kaş göz yapıyorsun gitara ben geçiyorum."
"Anladım Alaz anladım sabahtan beri aynı şeyi söylüyorsun. Ama bana sahne sonrası dayak yemeyeceğimin garantisini verebiliyor musun? Söz konusu Asi ya?"
"Oğlum ne korkak çıktın ya tamam senin borcu da bana yazarlar, ne yiyeceksem iki katını yerim. Hem dün storysine atmıştı o şarkıyı, yanıt vermiştim ben de, konuşmuştuk iki üç saat (sabaha kadar). Çok şaşırmaz o yüzden."
"Öyle diyorsan..."
-
Asi'nin söylemesi gereken şarkıların yarısı bittikten sonra 15 dakika mola vermeye karar verdiler. Kızın kulise gidip makyajını tazelemesini fırsat bilip sahneye atladı Alaz. Sandalyesini ve gitarını mikrofonun sol tarafına koyup kızı beklemeye başladı.
Molanın bitmesine 1-2 dakika kala sahneye geçmek için merdivenlerden inen Asi gördüğü manzaraya şaşırmadı, hatta gülümsedi. Dün geceki sohbetlerinden sonra Tolga'ya mesaj atıp şarkıların arasına "Haberin Yok Ölüyorum"u ekletirken böyle bir şey düşlemişti belki de.
Alaz çalmaya başladığında o da sahnedeki yerini aldı. Şarkının başlangıcından bitişine kadar sol tarafında hissettiği -kalbinin yerinden çıkacakmış gibi atmasını sağlayan- bakışlar beklemediği bir şey değildi.
Ama sahneden inmeye yöneldikleri esnada patlayan silah sesleri...işte onlar beklenmedikti.
Duydukları sesle birlikte hızla yere çöktüklerinde bedeninin tümüyle kendine siper olan Alaz...o da beklenmedikti.
Ama en çok da kollarının tamamıyla onu saran adama dönüp boynuna sarılmayı beklemiyordu kendisinden. Ne kadar öyle kaldıklarını hatırlamıyordu. Nihayet sesler durulunca birbirlerine döndüler.
"Asi iyi misin? Asi?"
"B-ben iyiyim. Asıl sen iyi misin?"
İkisinin de elleri birbirlerinin yüzünü okşarken kafasını salladı Alaz.
"Hadi ceketini telefonunu al kulisten, çıkalım burdan hemen. Tolga'ya ben haber veririm. Kapatır zaten o da birazdan."
"Tamam. Teşekkür ederim Alaz. Siper ettin kendini benim için." dedi Asi dolmaya başlayan gözleriyle.
Alaz kızı göğsüne çekip saçlarına kokulu bir öpücük kondurdu.
"Teşekküre gerek yok, yine olsa yine yaparım. Sana bir şey olursa canım sıkılır biliyorsun." diyip göz kırptı.
İkisi de gülümsüyordu şimdi. Süslü cümleler kuramıyorlardı ama gerek de yoktu aslında. Gözleri çok şey anlatıyordu o an.
"İyi ki varsın." diyip adamın cevap vermesine fırsat vermeden koşarak çıktı merdivenleri.
Arkasından sesli bir şekilde gülmeye başlamıştı şimdi Alaz.
"Asıl sen iyi ki varsın güzelim." dedi kimse duymasa da.
-
Asi kulise çıkmadan önce lavaboya uğrayıp yüzüne biraz soğuk su çarptı. Kenardaki makineden çıkardığı peçeteyle yüzünü kurulayıp aynadaki yansımasına baktı. Şaşırmış duruyordu, sebebi on dakika önce sırtını yasladığı bedendi. Alazla her gece mesajlaşıyorlardı, her ortamda gözleri ilk onun gözlerini buluyordu. Belli etmemeye çalışsalar bile ikisi de kavga ettikleri anlardan bile zevk alıyorlardı. Kısacası birlikte mutlulardı. Ama bu başka bir şeydi, büyük bir şeydi. Havada uçuşan mermilerin Alaz'a değmemesi tamamen şans eseriydi. Korkmuştu. Alaz'a bir şey olacak diye aklı çıkmıştı Asi'nin. Aralarındaki şey her neyse daha da derinleştiğini hissedebiliyordu. Düşünceleri birbiri ardına sıralanırken fazla oyalandığını fark etti Asi. Tehlike tam anlamıyla geçmiş sayılmazdı. Alaz'ı yalnız bırakmış olmak, ondan uzakta olmak zaten yeterince huzursuz ediyordu onu. Son bir kez elini yüzünü yıkayıp kulisine geçti. Birkaç temizleme mendiliyle hızlıca makyajını çıkardı, saçlarını aşağıdan hafifçe bağladı. Üzerindeki yeşil elbisenin gecenin sonlarına doğru onu soğuktan koruyamayacağını tahmin ediyordu zaten ama bugün içinde farklı bir ürperti vardı. Bu şovun kimin başının altından çıktığını bulmalıydı. Diğer mekanlarda bu tür baskınlar olduğunu biliyordu ama Tolga'nın mekanında daha önce böyle bir şeye şahit olmamıştı. Onun gibi sıradan bir zengin çocuğunun herhangi bir mafyaya borçlanacağına ihtimal vermiyordu. Mekandaki birileriyle ilgili olabilir diye düşündü Asi. Hali hazırda zaten beklemediği bir aksiyona girmek zorunda kaldığı için başı ağrımaya başlamıştı, daha fazla düşünmek istemedi. Merdivenleri ikişer ikişer inerken gelen sesle irkildi. Biri acıyla bağırıyordu. Bir kadın. Adımlarını hızlandırıp sese doğru koşmaya başladı. Arkasından Alaz'ın seslendiğini duyuyordu ama peşinden geleceğine emin olduğu için dönüp bakmadı.
Yanına geldiği turuncu, hafif kıvırcık saçlı kadının kolundan ince bir kan süzüldüğünü fark etti. Az önceki arbedede yaralanmış olmalıydı. İçinden küfürler etmeye başlamıştı bile Asi. Kadının saçlarını okşayarak sakinleştirip onu hastaneye götüreceklerini söyledikten sonra arkasında telaşla onları izleyen adamlara değdi gözleri. Büyük ihtimal az önceki baskın onların başının altından çıkmıştı. Asi içine düştüğü durumu fazlasıyla garipsemeye başlamıştı. Karşısındaki mafyaya benzeyen üç adam az önce mekanı kurşunlamışlardı, şimdi de biri zarar gördü diye endişelenmişler miydi? Delici bakışlarını onlara doğrultmuştu şimdi Asi.
"B-biz özür dileriz. Amacımız bu değildi." dedi ortadaki kıvırcık saçlı adam.
"Neydi lan amacınız! Neydi!? Koskoca mekanı kurşunlarken merminin kimlere isabet edeceğini hesaplayabileceğinizi mi zannediyorsunuz!? Geri zekalılar!"
Cebinden çıkardığı kelebeği adamın boynuna yaslarken amacı onları korkutmaktı. Bir daha burada görmeyeceğini söyleyip çeşitli tehditler savurmaktı.
Soner'e kelebek doğrultulduğunu görüp panikleyen Ahmet, kızı durdurmak için öne bir adım attığı sırada sol elmacık kemiğinde hissettiği yoğun acıyla neye uğradığını şaşırdı. Gömleğinin yakasında hissettiği, onu yukarı kaldıran eller parmak ucunda yükselmesine sebep oldu.
"Bir daha sakın!" dedi çenesinin kenarından kulağına fısıldayan kumral adam.
Alaz arkasını dönüp Asi'nin hala adamın boynuna dayadığı kelebekle tehditler savurduğunu görünce artık müdahale etmenin vakti geldi diye düşündü.
"Kimsiniz siz!? Kim söyledi buraya gelmenizi!? Cevap versene!" diye bağırıyordu kız.
"Asi dur! Güzelim dur sakin ol!" diye koluna yapışan Alaz'ın sesi olmasa da duracaktı zaten Asi.Karşısındaki adamın sol gözünden akan bir damla yaş, şoka girmiş gibi bakan gözler durduracaktı onu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kelebek Tozu
FanficKelebek tozu, kelebeklere rengini veren ve uçmalarını sağlayan ufak partiküllerdir. Asi'nin yanından bir an olsun ayırmadığı, ona hem aşkını hem ailesini getirecek olan kelebeğin tozları ne kadar geçmişe dayanıyor?