Kimseyi etiketliyemiyom. Bu bölüm panoma yazan şahsa ithaf olsun o zaman.
***
Mesut ağanın evi sessizdi. Berat bacaklarını kendine çekmiş minderin bir köşesinde oturuyor ve sobadan gelen çatırtı seslerini dinliyordu.
İki gün bir çok kişi için az bir zaman dilimiydi ancak Berat'a asırlar gibi gelmişti. Gözlerini kapadığı anda kendini o çoban evinde buluyordu. Merdan düşüyordu aklına. Kulaklarında yine yüksek bir ses yankılanıyordu. Belki onun öldüğünü görmemişti ama biliyordu ya, o yeterdi.
Ölüm kavramıyla her zaman yakındı. Anlam veremediği şeyse bir insanın hayatının nasıl bu kadar ucuz olduğuydu. Tek bir kurşun, asla geri dönülmeyecek hatalara sebep oluyordu."Nasılsın?" diye soran adama kaydı ela hareleri. Omuz silkti. Kurtulmuş olmanın sevinci ve yitip giden bir canın dehşeti ile doluydu. Birbirine zıt bu duygular kendi aralarında savaş veriyorlardı. Savaşın bir galibi olmuyordu, Berat ne hissettiğini bilmiyordu.
Akgün sönmüş gözlere baktı dikkatlice. Elini kaldırıp oğlanın saçlarına koydu. Uzayan saçlarını okşadı usul usul. "Özür dilerim çocuk." dedi fısıldar gibi. Sanki sesini yükseltirse Berat ondan uzaklaşacak gibi geliyordu. "Seni koruyamadım. Hepsi benim hatamdı, özür dilerim."Berat'ın bakışları bulanıklaştı, gözleri yaşlarla doldu. Bir hıçkırık kaçtı boğazından. Akgün ağa çocuğu kollarına aldı hemen o anda. Sıkı sıkı sardı oğlanı. "Senin hatan değildi." dedi. Suçlayacak birine ihtiyacı yoktu ki. "Niye ağlıyorsun kurban olayım." Akgün yüzünü buruşturuyordu kalbine oturan ağırlık yüzünden. Boynunda hissettiği ıslaklık canını yakıyordu. Kendini öylesine suçlu hissediyordu ki Berat ne derse desin yangınını söndüremezdi. Sadece Tardu'nun emaneti olduğu için mi bu kadar berbat bir duruma sokmuştu kendini?
'Hayır...' diye geçirdi içinden. Kaçtığı duyguları bir bir onu buluyordu şimdi. Kafasını oğlanın saçlarına gömüp kokusunda boğulmak, gözlerine buseler kondurmak istedi. İstedi istemesine ama bunu fatkettiğinde yine uzaklaştı kendinden."Sizi duymuştum." diyerek kollarında kaybolduğu adamdan uzaklaştı Berat. Burnunu çekti. "Biz buraya gelmeden önce senin ve Tardu'nun konuştuğunu duymuştum."
Akgün yakalanmış olmanın verdiği utançla kara gözlerini yumdu ve eliyle yüzünü gizlemeye çalıştı. "Niye bana böyle davranıyor ki Tardu?" diye sordu. Sesi o kadar sevimli çıkmıştı ki Akgün farkında olmadan gülümsedi."Niye olduğunu anlatmamı ister misin?" diye sordu ikisinden de uzak bir ses. Mesut ağaydı bu. Onların biraz uzağında mindere çöktü. Derin bir nefes aldı. Kendisi de tam olarak mevzuya hakim değildi ancak bildikleri vardı. Şimdi bu iki genç adama her şeyi anlatma zamanı geldiğini düşündü.
"Bundan seneler önce..." diye başladı söze. Gözleri bir noktaya takılıp kaldı öylece. "Tardu da Nail de Potuklu'da yaşıyordu. Nail, zaten tüm köyleri teker teker gezmiştir, iş bulabilmek için. Ağaların tarlalarında çalışır kendine bakardı. Kazım ağaya ziyarete gittiğimde tanışmıştım onunla. Çalıştığı yerde çok durmaz, bir cazgır çıkarır sonra başka köylerin yolunu tutardı. En son da işte Malik ağanın tarlasında çalışmaya başlamış, öyle tanışmışlar Tardu'yla. Potuklu'da asker Memo dedikleri bir adam vardı. Rukiye'nin babası. Memo iyi adamdı da çok yaşayamadı ya. Genç yaşında göçüp gitti." cebinden bir sarma sigara çıkarıp dudaklarının arasına koydu. Hafif bir tebessüm vardı yüzündeyse. "Rukiye kızım köyden bir oğlana sevdalanmış. Oğlan bunu kandırmış tabi... Sonra kız hamile kalmış. Anasından çok korkmuş ama ne yapsın karnındaki de can. Bebeyi doğurmuş. Anası ilk başta kabul etmemiş, köylü kabul etmemiş." derin bir nefes çekti içine. "Rukiye'yi öldürdüler."
Kocaman olmuş gözlerle Mesut ağayı dinliyordu Berat. Aklı almıyordu, insanlar nasıl bu kadar kötü olabiliyordu. Kendi yaşadığı köyde bunları duymamış olması ise apayrı bir konuydu.
"Rukiye'nin oğlu... Yeni yeni adam olmaya başlamıştı o zaman. Tardu kıyamamış, dayanamamış evini açmış oğlana. Çok seviyordu ya onu... Kendi çocuğu gibi. Daha kendisi yirmilerindeydi o vakit. Malik ağa durmadı ama öldürdü zavallımı. Ondan sonra Nail'le beraber benim yanıma geldiler işte." Elindeki yarım sigarayı duvarda söndürüp köşeye fırlattı.
"Anlamıyorum." dedi Berat. "Benimle ne alakası var tüm bunların."
Akgün ağa bunların hiç birini bilmiyordu. Yüzündeki ifade ise şaşkınlığının tam tersi gayet normaldi. "Ölen oğlanı sana benzetmişler, seni onun yerine koymuşlar demekki." Oturduğu yerden kalktı ve salondan çıktı Mesut ağa.Berat onun arkasından baktı bir süre. Sonra gözleri yine koyu kahve - hatta biraz siyaha bile kaçan - gözlerle birleşti. İkiside anlaşmış gibi çektiler gözlerini birbirlerinden.
Berat'ın eline parçalar verilmişti. Şimdi geriye sadece o yap-bozu birleştirmek kalıyordu.*
*
*Malik ağa elindeki çayı kafasına dikti ve cebinden bir keyif sigarası çıkarttı. Kapının eşiğinde görünen adama kaydı bakışları. Kafasını iki yana salladı 'ne var' dermiş gibi.
Adam kafasını aşşağı eğdi. "Ağam, Mesut ağanın adamları gelmiş."
Duyduğu isimle kaşları çatıldı Malik ağanın. Oturduğu yerden kalkıp dudaklarındaki sigarayı geri cebine yerleştirdi. Kendine haber veren adamın peşi sıra dışarı çıktı. Kafasını kaldırdığında şaşkınlıkla aralandı dudakları.Mesut ağanın iki adamı, Berat'ı bulmak için göndermiş olduğu Merdan'ın cesedini tutuyordu. Yanlarında diğerlerine göre daha heybetli bir adam duruyordu. Adamın gözleriyle kesişti ağanın gözleri.
"Mesut ağa sana yolladı." dedi alayla. "Can almaya gelenin leşini geri gönderirler ağa! Unutma bunu." Kafasıyla bir işaret verdi diğerlerine. Sonra Merdan'ın bedeni yere yığıldı.
Adamlar geldikleri gibi giderlerken arkalarında sinirden kuduran bir Malik ağa bırakmışlardı.Hemen yan taraflarında onları izleyen İmam yavaş adımlarla ağanın adamlarının birine yaklaştı. "Kim öldürmüş?" diye sordu. "Mesut ağa." dedi adam donuk sesiyle. İmam'ın gözleri yanındaki adama kaydı bir kaç saniyeliğine sonra yine yerdeki bedeni buldu. 'Kendi babasının elinde ölmüş peh!' diye geçirdi içinden. Kafasını iki yana salladı ve arkasına döndü. "Yazık olmuş." dedi, yoluna devam ederken.
***
Daim kalin
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SERENDİPÇE (BxB)
General Fiction- Berat uğradığı iftiradan sonra, ağa onu öldürmesin diye, kaçmak zorunda kalmıştı. Ayaklarının onu bir eşkiyanın yanına götüreceğini tahmin edemezdi. - !!! Kitap üçlü ya da dörtlü değildir, olmayacakta !!!