The year is 1750
... Sonunda kararımı vermiştim. Oldukça zor olsada kaçacaktım. Gerekirse kendi soyumdan kişiler tarafından öldürülmeyi bile göze alırdım lakin kurallar ve yasaklarla dolu bir hapishanede duramazdım. Bitmişti kararlar,sorular ve sorunlar bir kaç saat sonra derme çatma bir kayıkla milyonlarca metre uzunluğunda katil bir okyanusa acılıcaktım.
Eğer şansım yaver giderse ufak bir ada da tek başıma çürüyüp gidicektim, İkinci bir ihtimalle binlerce derinlikte ki suların kurbanı olacaktım.
"Line of life and death" tehlikeli bir oyuna
(Yaşam ve ölüm çizgisi)
kalkışmıstım. Neyse ki kaybedicek bir şeyim kalmamıştı. Boyumdan kat ve kat büyüklükte dalgalarla baş edebilirmiydim ?
Peki açlıkla nasıl baş edicektim?Güneş yüzünden bir kaç saate bayılmak zorunda kalırdım lakin alabiliceğim bir önlem yoktu. "Death or captivity" iki kavram ve bolca hırs yüzünden korkunç yaratıklara yem mi olucaktım? Ah imkansız. Yıllardır hayalini kurduğum intihar şekline bir kaç saat kala vazgeçecek değildim. Tek isteğim özgürlüktü en kötü ne olabilirdi ?
Bir balina tarafından yutulmak mı?
Köpek balıkları tarafından parçalanmak mı?
Yoksa açlık yüzünden acı çekerek ölmek mi ?Yeterince terleyen vücudumu serinletmek adına bir bardak su içtim. Düşünmekten zihnim oldukça yorulmuştu ve daha iyi bir plana ihtiyaçım vardı. Kafamda ki düşünceler okyanus misali dalgalanıyor ve de karışıyordu. Bir çok istek beynimde yankılanırken nasıl doğru yolu bulabilirdim ki? Ah imkansız.
Düşüncelerimi bölen çığlık sesiyle oldukça eskimiş pervazlara sahip cama doğru ilerledim. Aşağıdaki bir kaç kadın deli gibi bağırıyordu, Biriyle göz göze geldiğimde durumun ciddiyetinin farkına vardım. Sütten beyaz teni hayaletleri andırıyordu, çığlık atmaktan kızaran burnu ve yüzü kendimi suçlamama sebep olmuştu. Ben bencilce planlar kurarken dışarıda ufak çaplı bir kıyamet olduğunun farkında bile değildim.
Simsiyah dumanlar etrafı sarmıştı,uzaktan da olsa gelen kayaların yuvarlanma sesi büyük bir felaketin giriş melodisi gibiydi. Bir kaç çığlığın yerini hep bir ağzdan bağıran binlerce inan almıştı. Çığlıklar arasından bir söz ilişti kulaklarıma "tanrı bize fazla kızdı anne" beş altı yaşlarında ki kız çocuğunun ağzından dökülen sözle irkildim. Kaçmam gerekiyodu bu bir işaretti. Hızla bez çantamı koluma alıp en kalın Pardesu'mü üzerime atıp dışarı fırladım.
Kayıp arka limandaydı ulaşmak için insanları yarıp hızla ilerlemek zorundaydım. Koşmaya çabalarken yaşlı bir teyzenin kolumu kavramasıyla durdum. Bu felaketin ortasında ne istiyordu? Duramazdım.
Elimi tutup avuçlarıma asil bir kolye tutuşturdu. Gözlerimin en derinine bakarak "bu benim tek varlığım eğer kaçabilirsen ona iyi bak küçük hanım" dedikleri karşısında durmuş alıkca yüzüne bakıyodum ki "koş ne bekliyosun kurtulman gerek" diye bağırdı. Korku ve gerginliğin verdiği reflexlerle son hız koşuyordum. Halk ön limandaydı hepsi bir yardım eli ararken kayığa binip kürekleri elime aldım. Kadının verdiği tuaf kolyeyi boynuma geçirip var gücümle küreklere asıldım.Ben uzaklaştıkca kesilen bağırış seslerinin sebebi daha net göz önünde cıkmıştı. Yanardağ tüm heybetiyle insanları cezalandırmıştı. Uzaklaşmama rağmen kendini belli eden dumanlar bunu bir kanıtıydı.
Heycandan kesilen nefesim ve zihinimde ki sorunlarla birlikte okyanussun ve dalgaların sesine odaklandım.
Az önce ölen yüzlerce berkide binlerce kişiye sırt çevirip elimden geldiğince hızlandım. Tahta kayığı adeta bir beşik edasıyla sallayan akıntıbberkide az sonra sonum olucaktı. Saatlerdir kürek çekmekten yorululan kolarımı ve vücudumu dinlendirmek amacıyla kafamı geri atım. Tahta diyip küçümsedim kayık o kadar da igrec değildi en azından şu an bana yardımı dokunan tek şeydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
zümrüt kelebek
Historical Fiction♡❀1750'li yılarda geçen kurgu-tarih arası bir kitaptır. Alaska yanardağ felaketleriyle sonuç veren bir kaçış planı. oldukça tehlikeli bir yolculuk ve nefret dolu katil bir kaptanla nasıl başa çıkacaktı? Okyanusta hayat bulan duyguların illaki bir...