1.2 Vasiyet

2 0 0
                                    

2 HAFTA SONRA

Sabah saat altıda uyandığım için tekrar geri uyuyabilmek adına yatağa geri dönmüştüm. Gerçi uyandığımı söylüyordum ama uyuduğum pek söylenemezdi. Belki de son iki haftadır gözüme üç, dört saatten fazla uyku girmemişti. Cenazeden sonra geçirdiğim süre boyunca yaptığım tek şey yatmaktı ve gün aşırı kızların zoruyla besleniyordum. Kendimi iyi hissetmiyordum ancak epeydir de dışarıya çıkmadığım için magazin sayfalarına 'ayrılık sonrası depresyon' başlığıyla kendime yer edinmiştim. Bu yüzden bugün dışarıya çıkıp kendimi göstermem gerekiyordu. Yastığımın kenarına bıraktığım telefonumu kurcalamaya karar verdim.
İnsanlar hala son gönderime Louis ile ilgili yorum attığı için bildirimlerim asla durmuyor, son fotoğrafım hala insanların keşfetine düşüyordu.
"Onu özlüyor olmalı..."
"I Should Hate You'yu yazdığın için pişman mısın?"
"Lauren Flyson'un çöküşü adlı eseri yazacağım, bunca zaman geçirdikten sonra üzülmüştür herhalde."
"Louis Richards'ın biricik sevgilisi... Louis'in hesabında hala doğum günü için paylaştığı gönderi duruyor. Yazık oldu."
Yorum kısmından çıkıp etiketlendiğim gönderilere baktım. En son Mtv'nin gönderisine etiketlenmiştim, açıp baktığımda Louis ile benim doğum günümde çekildiğimiz fotoğrafı paylaştıklarını gördüm. "Sonsuza dek genç kalacaklar... #louisrichards"
Bu fotoğrafın hissettirdiklerini kelimelerle anlatmam mümkün değildi, ancak kalbimin hızlandığını göz ardı edemiyordum.

GEÇEN EYLÜL

"Aman Tanrım... Müthiş gözüküyorsun sevgilim." dedi Louis elinde içkisini tutarken. Diğer eliyle elimi tuttu ve beni kendi etrafımda döndürdü. "Bu gece seni yanımdan ayırmayacağım."
"Sadece bu gece için mi?" diye sordum dudaklarımı büzerek. Resmen çocuk gibi cilve yapıyordum. Ellerimi boynuna doladığımda parlayan gözlerle bana bakıyordu. "Lauren o kadar güzelsin ki, bazen sana sayfalarca şiir yazasım geliyor."
"Neden yazmıyorsun o halde? Belki ben de onları bestelerim."
"Maalesef seni tarif edecek kelimeleri bulmak çok zor, hem enstrüman çalmayı öğrenmeye çalıştığımı sen de biliyorsun. Bestelemeyi de ben yapmak zorundayım." Ellerini belimde gezdirmeye başladı. "Gecenin sonunda yeniden benim olacağını bilmek beni o kadar heyecanlandırıyor ki, zamanı ileriye alıp gecenin sonuna akmak istiyorum."
"Ben her zaman seninim Louis, sadece gecenin sonunda değil." Sağ elimle kalbini işaret ettim. "Ben her zaman burandayım, değil mi?"
"Hiç çıkmıyorsun ki." Eğilip dudaklarıma ıslak bir buse kondurdu. Sonrasında da alnını alnıma yasladı. "İyi ki doğdun hayatımın en güzel notası."
"İyi ki yanımdasın, iyi ki sen varsın. Yeni yaşım da seninle, hatta yaşlarımın geri kalanı da seninle geçsin istiyorum." dedim gülümseyerek.
Elimi tuttu ve benimle hızlıca merdivenden indi. Sadece yakınlarımızdan oluşan kalabalık bizi görünce tezahürat yapmaya başladı. Louis elleriyle beni işaret ederek, "Gecenin yıldızı karşınızda!" diye bağırdı. Yavaş bir yumrukla omuzuna vurdum, beni böyle gaza getirmesi hiç hoş değildi. Herkes hep bir ağızdan, "Lauren Flyson Richards!" diye bağırmaya başlayınca ağzım şaşkınlıkla açılıverdi. Louis ise pişmiş kelle gibi sırıtarak bana bakıyordu. "Ben öğrettim."
"Sana inanamıyorum! Şimdi herkes bunu sayıklayıp duracak."
Köşedeki bar masasından bir kadeh alıp havaya kaldırdığımda herkes kadehini hazırlamıştı. "Hepinize geldiğiniz için teşekkür ederim, bu özel günümde beni ne kadar mutlu ettiğinizi tahmin bile edemezsiniz. Ancak, en büyük teşekkürü sevgilim, hayatımdaki en karizmatik adam hak ediyor. Louis, sen olmasaydın bu son iki senem nasıl olurdu bilmiyorum ama bilmek de istemiyorum. İyi ki hayatımdasın. Şerefe!" Kadehler büyük bir tıngırtıyla tokuştuğunda gülümseyerek Louis'e baktım, o ise çoktan bana bakıyordu.

Beni gerçekliğe döndüren şey çalan telefonum olmuştu. Tam açmaya yeltendiğimde arama cevapsız çağrıya düştü. Ekranı açtığımda Brian'ın dört kez aradığını fark ettim, hızlıca aramasına geri döndüm. "Brian?"
"Selam Lauren, nasılsın?"
"İyiyim, sen? Kusura bakma telefonun çaldığını duymamışım."
"Problem değil, müsaitsen bugün yemeğe gitmek ister misin? Konuşmamız gereken konular var."
Teklifi karşısında şaşkındım. "T-tabii, çok mu önemli?" Dürüst olmak gerekirse eğer önemli bir konu hakkında konuşmayacaksak buluşmayı ekmeyi düşünüyordum.
"Evet." dedi keskin bir tonla. "Sana atacağım konuma gelebilir misin? Oradaki işimiz bittikten sonra yemeğe geçebiliriz."
"Peki," diyebildim. "Saat kaçta geleyim?"
"Aslına bakarsan bir ya da bir buçuk saate gelebilirsen çok iyi olacaktır."
Sanki Brian görüyormuş gibi kafamı salladım. "Tamamdır, görüşürüz o halde."
Telefonu kapatıp yatağa fırlattım. Birdenbire bu buluşma da neyin nesiydi bilmiyorum, iki haftadır Brian ile tek kelime konuşmamıştım. Üstüne üstlük Francesca'ya da defalarca ulaşmayı denemiş, ancak başaramamıştım. Buluştuğumuzda Brian'a bunu da sormaya karar verdim. Üstümdeki çirkin pijamaları çıkarıp kirliye attım ve aynadaki yansımamla göz göze geldim. Yüzüm o kadar soluk duruyordu ki, banyonun ışığında bile hayalet gibi gözüküyordum. Yüzüme defalarca sert bir şekilde su çarptım ve ıslak ellerimle kabaran saçlarımı düzelttim. Dışarıda mutlaka magazincilere denk geleceğim için az da olsa makyaj yaptım ve kendimi olabildiğince 'iyi' göstermeye çalıştım, ne kadar iyi olduğum hakkında hiçbir fikrim yoktu. İç çamaşırlarımla öylece ortalarda dolaşırken gelen bildirimle yatağımda duran telefonuma döndüm.

Brian H.: "Konum"
Brian H.: Olabildiğince çabuk gelirsen çok iyi olur.

Dolaptan üstüme baldırıma kadar inen bir sweatshirt ve kısa tayt giydikten sonra minik bir çanta alıp evden hızlıca çıktım. Brian'ın attığı konum için yürüyerek neredeyse bir saat gösteriyordu. Geçici olarak tuttuğum apartmanın önüne çıktığımda trafik biraz sıkışıktı, o yüzden caddenin biraz ilerisine yürümeye karar verdim. Kulaklığımı ve güneş gözlüklerimi taktım ve hızlı adımlarla karşıya geçtim. Spotify'dan rastgele bir şarkı açmaya çalışırken birkaç fotoğrafımın çekildiğini hissedebiliyordum. Taylor Swift'in çalma listesine geldiğimde başlat tuşuna dokundum, The Last Time çalarken adımlarım kendi kendine yavaşladı. Bu şarkı ne zaman çalsa kendimi salıveriyor, hislerime teslim oluyordum.

Müzik keyfim Serena'nın aramasıyla bölündüğünde yüzümü ekşittim. Hiç istemeyerek de olsa aramasını cevapladım, kızlara nereye gideceğimi söylememiştim. Ayrıca cenazeden beri beni arasalar da telefonlarına çıkmıyordum, muhtemelen bana çok kızgınlardı.
"Dışarıya çıkmışsın."
"Sağ ol Ser, ben de iyiyim. Sorduğun için teşekkürler."
"İnternete birkaç resmin düşmüş, insanlar çılgınlar gibi nasıl olduğunu merak ediyorlar."
"Umurumda değil, birkaç işim var onları halledeceğim."
"Bugün buluşuyoruz, hem de hemen."
"İşim var diyorum, bugün olmaz."
"Ne işin var? Bizden sakladığın bir şey mi var Lauren?"
"Önemli bir şey, sonra anlatırım." Telefonu tek elimle tutarken bir yandan da beni videoya alan birkaç hayranıma el sallıyordum. Neyse ki güneş gözlüğünün ardındaki yorgun bakışlarımı görmüyorlardı.
"Hala ne sakladığını çözemedim, hemen anlatmalısın bence."
"Dürüst olmak gerekirse ben de bilmiyorum, öğrenir öğrenmez haber vereceğim. Şimdi kapatmalıyım, konum kullanmam gerekiyor."
Serena'nın cevap vermesine fırsat vermeden telefonu kapadım ve yola devam ettim. Birkaç şarkı değiştirdikten sonra adımlarımı hızlandırıp karşı kaldırıma geçtim. Adımlarım giderek hızlandığı için gitmem gereken süre giderek düşüyor, kalan süre yirmi dakikayı gösteriyordu.
Kafam o kadar meşguldü ki ne ara bu yolları yürüdüğüme dair bir fikrim yoktu. En çok Brian'ın beni neden çağırdığını, neyin bu kadar önemli olduğunu düşünüyordum. İki haftadır kimseyle konuştuğum söylenemezdi o yüzden basına bir şey sızdırıldığını sanmıyordum. Louis'in gidişinden sonra yola nasıl devam etmem gerektiği hakkında bir fikrim yoktu, albümüm neredeyse bir hafta sonra çıkıyordu ve içimde heyecan hissetmem gerekirken hiçbir şey hissetmiyordum.

Navigasyonun uyarı vermesiyle düşüncelerimden uzaklaşıverdim. Gözlerim şaşkınlıkla açıldı, çünkü önünde durduğum bina bir hukuk bürosuna aitti. Muhtemelen konumu yanlış gönderdiğini düşündüğüm için Brian'ı aradım. "Brian?"
"Efendim Lauren?"
"Yolladığın konum bir hukuk bürosunu gösteriyor, doğru konumu iletebilir misin?"
"Yanlışlık yok, dördüncü kata gelebilirsin."
Bir şey demek için ağzımı açmıştım ki Brian telefonu kapatıverdi. Sakin adımlarla binaya girdim ve asansör tuşuna bastım. Canım hiç merdiven çıkmak istemiyordu, o yüzden dünyanın en yavaş asansörü olsa dahi beklemeye karar verdim. Hala hukuk bürosunda ne işimiz olduğunu düşünüyordum ne yazık ki bunu yukarıya çıkana kadar öğrenemeyecektim.
Asansöre bindim ve dördüncü tuşa bastıktan sonra kulaklıklarımı çıkarıp çantama koydum. Arkamdaki aynaya bakıp saçlarımı ve üstümü düzelttikten sonra kapı açılır açılmaz kendimi dışarıya attım. Büronun girişi tam karşımdaydı, kapıdaki zile bastım ve açılmasını bekledim.
Kapı, asistan olduğunu tahmin ettiğim kız tarafından açıldı. "Hoş geldiniz Bayan Flyson." dedi kız gülümseyerek. Başımla selamladım ve "Hangi tarafa?" diye sordum.
"Soldan ikinci kapı, Bay Brian sizi bekliyor."
Teşekkür ettim ve tarif ettiği tarafa doğru yürüyüp kapıyı açtım. Gördüğüm manzara karşısında bir iki adım geriye giderek odayı inceledim. Louis'in annesi, babası, abisi, Francesca ve Jonas yuvarlak bir masada oturuyor, Brian'a bakıyorlardı. Masanın tek bir sandalyesi boştu. "Biz de seni bekliyorduk." dedi Brian bana bakarak. "Lütfen geç ve otur."
Bütün herkesin bakışlarını üstümde hissedebiliyordum. Sweatshirtümün eteklerini düzelterek oturdum ve Jonas'a baktım, bakışlarıyla Brian'ı ve cam kenarında duran adamı işaret ediyordu. "Herkes toplandığına göre başlayabiliriz sanırım Bay Brian." dedi adam.
"Tabii, başlayalım lütfen."
Adam elindeki kağıtları masaya koydu ve hepimize göz gezdirdi. "Geldiğiniz için teşekkür ederim öncelikle. Neden burada olduğumuzu bilmeyen varsa kısaca bahsedeyim; Louis Richards'ın vasiyetinin duyurulması için buradayız."
Şaşkınlıkla Jonas'a ve Brian'a baktım, resmen bakışlarımla 'neden buradayım?' diye soruyordum. Louis'in vasiyeti açıklanırken neden burada durmam gerekiyordu?
"Abimin vasiyeti açıklanırken o burada olmak zorunda mı?" diye sordu Francesca beni işaret ederek. "Sonuçta abimin hayatının bir parçası değil, neden burada?"
Tam kendimi savunmak üzere ağzımı açmıştım ki Brian araya girdi. "Evet, burada olmak zorunda. Çünkü abin vasiyetinde Lauren'a bolca yer vermiş."
Francesca sinirden dolmuş gözleriyle bana bakıyordu, ben ise bakışlarımla bundan haberimin olmadığını anlatmaya çalışıyordum. Gerçekten de ne olup bittiğine dair hiçbir fikrim yoktu ve her şey çok saçma geliyordu.

Avukat tekrardan elindeki kağıtlara göz gezdirdi, sanırım nereden başlaması gerektiğini düşünüyordu. "Başlamadan önce özellikle bir şey belirtmem istenmişti, bu vasiyete kimsenin itiraz etme hakkı yok. Bay Richards kesin ve kesin olarak ayrılıştırılan şeylerin bozulmasını istemiyor. Ek olarak, Lauren Flyson'ın gelmemesi durumunda eşyaların kız kardeşi Francesca tarafından teslim edilmesini istemiş."
"Teslim edilmesine gerek yok." dedi Francesca. "Kendisi zaten burada."
Avukat bakışlarını bana çevirdi. "Louis geleceğinizi sanmıyordu."
Ben ise kaşlarım çatık Brian'a bakıyordum. "Buraya çağırılırken konunun ne olduğunu bilmiyordum, söylenmedi ne yazık ki."
Brian ise hiç bizi umursuyormuş gibi durmuyordu. "Gerekeni yaptım."
Avukat tartışmanın uzayacağını fark etmiş olacak ki araya girmesi gerektiğini fark etmişti. "Hazırsanız başlayalım." Ortam birdenbire sessizleşti. Herkesin derin nefes alıp verişini duyabiliyordum. "İlk olarak en yakın arkadaşı Jonas Allen'dan bahsetmiş. Bahsettiği bir motor ve aldığı ilk araba var, sanırım ortak arabanızmış. Bu ikisini sana bırakmak istedi."
Jonas'ın gözlerinin dolduğunu görebiliyordum. Louis o arabadan bahsetmişti, çok eski bir model değildi ancak aldıkları ilk araba olduğu için çok kıymetliydi. Satmayı kesinlikle reddediyorlardı.
"Daha sonrasında kalan birikiminin yüzde otuzluk bir kısmı çocuk esirgeme kurumuna bağışlanması gerektiğini belirtti, düzenli ve anonim olarak bağış yapıyormuş. Belirtilen kısım bitene kadar hiçbir yerde isim gözükmemesi şartıyla bağış yapılmasını talep etti."
"Çocuğu olmadığı için bu kararı aldı kendisi." dedi Brian bana bakarak.
Midem bulanıyordu, kusmak istiyordum. Brian'ın lafları ve bakışları o kadar iğneleyiciydi ki, kalkıp gitmem gerektiğini düşünüyordum.
"Bahsedilen birikimin kalan kısmının da abisinin ve annesinin arasında eşit şekilde bölüştürülmesini istiyor." Annesi akan birkaç damla yaşı elindeki mendille temizledikten sonra, "Bu miktarla da bir şey yapmamızı istiyor mu?" diye sordu.
Avukat kafasını iki yana salladı. "Hayır, özellikle bir şey belirtilmemiş." Daha sonrasında ise Francesca'ya döndü. "Londra'nın merkezindeki evi ve köpeği Viski' de sizin olacak, ancak köpeğin bakımını Lauren Flyson ile yapmanız gerekiyormuş. Viski'yi ilk olarak Lauren ile sahiplendiklerini belirtmiş."
Francesca'nın bakışları giderek ciddileşmesine rağmen gözünden yaşlar akıyordu. Viski'yi düşününce yüzüme buruk bir gülümseme yerleşti. Onu barınaktan aldığımız ilk zamanı dün gibi hatırlıyordum. O sahiplenileceği için, biz ise onun çocuksu neşesini gördüğümüz ilk andan itibaren bizim olması gerektiğini bildiğimiz için çok heyecanlanmıştık. Yavruyken sokağa bırakılmış bir golden retriever cinsinde bir köpekti ve sapsarıydı. "Viski bana nasıl alışacak bilmiyorum..." dedi Francesca saçlarını kulağının arkasına atarken. Gözlerim şaşkınlıkla açıldı, Viski eğer Francesca'da değilse kimdeydi? "Şu an Viski'ye kim bakıyor?" diye sordum. "Eğer sende değilse kimde kalıyor?"
"Çok mu umursuyorsun?" diye sordu abisi biraz yüksek bir sesle.
Derin bir nefes aldım. "Bence senin hiç konuşma hakkın yok, bunca zamandır ortalarda yoktun bile. Miras meselesini duyunca birdenbire beliriverdin." Abisinin bana böyle laf sokmasına müsaade edemezdim, kendisi Louis'in geçirdiği en zor yarışlarda, en zor anlarda yanında değilken benimle böyle konuşamazdı. Ailenin geri kalanının benden bu tepkiyi beklemediklerini biliyordum. "Sen de çok umursamışa benzemiyorsun Clint." dedim.
"Peki sen bunca zamandır neredeydin Lauren? Madem Viski'yi bu kadar umursuyordun neden hiç bizimle görüşmedin?"
"Cenazeden sonra defalarca Francesca'ya ulaşmaya çalıştım ama bana asla dönmedi, ayrıca soruma cevap ver Clint. Viski kiminle kalıyor?"
"Benimle kalıyor." dedi Jonas sakin bir tavırla. "Ayrıca burası tartışma yeri değil, Lauren bunları seninle daha detaylı konuşacağız ama burada olmaz. Şimdi sakin olun da kalan şeyler de konuşulabilsin."
Avukat taktığı okuma gözlüklerinin üstünden bize bakıyor, Brian ise kollarını kavuşturmuş camdan dışarısını izliyordu. Sesimiz kesilince bize döndü ve "Hararetiniz bittiyse devam edebiliriz diye düşünüyorum." dedi.
"Son olarak," diye söze girdi avukat. "Lauren Flyson'a da Miami'deki ilk eviniz ve doğum günü hediyesi olan Jeep marka bir araç bırakılmış."
Herkes hep bir ağızdan, "Miami'deki ev mi?" diye sordu. Sadece Jonas ve Brian konuşmuyorlardı. Ben ise kendi düşüncelerimle cebelleşiyordum.
Miami'deki ev. Evimiz... Orayı çok özlüyordum.
Bayan Richards bana döndü. "Miami'de eviniz mi vardı?"
Orası bizim yuvamız, sığınağımızdı. Yorgun bakışlarla Bayan Richards'a baktım, ancak cevap vermeye mecalim bile yoktu.
"Lauren sana soruyorum, Miami'de eviniz mi vardı?"
"Evet," dedi Brian benim yerime. "İlk evleriydi, daha doğrusu Louis'in hep istediği bir evdi ama en doğru kararın Lauren ile almak olduğunu düşünmüştü."
"Aman Tanrım..." dedi Francesca. "Bunca zamandır beraber mi yaşıyordunuz? O yüzden mi bizim hiç onunla kalmamızı istemiyordu?"
"Bakın," dedim derin bir nefes alarak. "Hiçbir şey sandığınız gibi değil."
"Ne sandığımız gibi değil?" diye bağırdı Bayan Richards. Bay Richards ise eşini kolundan tutmuş, sakinleştirmeye çalışıyordu. "Oğlumun hayatını piç ettin."
"Hayatım lütfen," dedi Bay Richards. "Burası yeri değil."
"Oğlumdan ne istedin? O seni her şeyden çok seviyordu, ona bunu nasıl yapabildin?"
Sinir ve üzüntüden kaynaklı gözlerim doluyor, yaşlar gözümü yakıyordu. "B-ben yanlış bir şey yapmadım." Onlara gerçeği söyle. Onlara ne yaptığını, Louis'in seni neden terk ettiğini anlat.
"Louis'in tek konuştuğu konu sendin, Lauren, kızım. Neden bize gerçeği, Louis ile neden ayrıldığınızı anlatmıyorsun? Bunu artık Louis'e soramayacağımızı biliyorsun, bunu bize sen anlatmalısın."
"Hala ona nasıl kızım diyebiliyorsun baba?" Francesca kızgın bakışlarıyla babasına döndü.
Yaşlar gözümden birer birer süzülürken sweatshirtümün tersiyle sildim ve ayaklandım. "Müsaadenizle." Sandalyenin kenarına astığım çantamı aldım ve kapıya doğru yöneldim.
"Lauren!" Bay Richards'ın arkamdan bağırdığını duyabiliyordum, ancak dönüp bakmaya cesaretim yoktu. Aynı şekilde onlara gerçeği anlatmaya yüreğimin dayanacağını sanmıyordum. Gözlerim alev alev yanarken asansör düğmesine bastım, içimden çığlık atmak geliyordu. Tüm bunlar benim taşıyabileceğimden çok daha fazlaydı, kalbimin ağrıdığını hissedebiliyordum. Bazı şeyleri hala kabul edebilmiş değildim, canım inanmak istemiyordu.
Asansör sanki bana inat gelmek bilmiyordu ve neredeyse altı dakikadır ayakta bekliyordum.

Birkaç dakika sonra asansör geldi ve inanılmaz hızlı bir hareketle kapı kapama tuşuna bastım. Sadece bir santim kala birisi araya elini soktu ve kapıyı tekrar açtı, bu Brian'dan başkası değildi. "Bensiz bir yere gideceğini mi düşündün gerçekten? Halbuki daha yemek bile yememiştik."

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Aug 12 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Song of LifeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin