yaşadığı evrende ruhu canından ayrılmayı bekleyen bedenin yaklaşık üçüncü ayı biterken beliren ışık süzmesi, minho'ya bilmediği gerçeklerin kapısını aralar. paralel evren denen bu ilginç durumun farkındalığıyla karşılaşmış olmak onun için hayli gariptir. fakat dikkatini en çok çeken mevzu, üç aydır bitkisel hayatına devam ettiği ve herhangi bir umudun kalmadığı chan -fırtına bey- denen adamın ellerini bırakmayan çocuğun -yani farklı bir gerçeklikteki kendisinin- bakışları olmuştur. tüm bu zamanlar ve süreçler devam ederken kendi dünyasına geri dönen minho, beraberinde farklı mekânlara ait cansız iki bedene sahip ruhu ait olduğu yere göndermeyi başarabilmiştir. bunun acısını ise bilincine yerleşen gerçekliklerle ödeyecektir.
saat bire çeyrek geçe gibi bir zaman dilimi. sebebini anlayamadığım bu tiktaklar esirleriymişim gibi beni kendilerine hapsetmeselerdi konuşabilirdim sanırım. aslında böyle yapmasalardı da konuşmazdım da ben. bu detay önemli mi, bilmiyorum. inanın bana son birkaç gündür sadece hafızamı sorgulamakla geçiyor zamanım. o sebeple ki önem kavramını da pek tabii yitirmiş gibiyim.
gerçekliğin yanılsaması olmuş bir hayatın içerisindeyiz zira. ve ben tüm bu karmaşının arasında neyin doğru olduğunu çözemiyorum.
dünden beri kalkamadığım bu yatak ucu, başımı hiç durmadan yaslamamdan ötürü çöke de bilir. sahi dün ne zamandı? hangi tarihten beri buradaydım da ben dün diyebiliyordum gittiği güne.
cevapsız ve tonla karmaşık soru, farkındayım.
gittiğinden de şüpheliydim zaten. o gitmezdi genelde. kar tanesi izin vermezdi daha doğrusu. öyleyse çıkmaz ayın son çarşambasına kadar kalmak zorundaydı değil mi? öyle derdi hep kar tanesi.
kime derdi? kendine mi? yok yok, ona diyordur kesin. ama "o" dediğim gerçekten var mıydı ki?
diyorum ya, gerçekliği sorguluyorum dünden beri diye.
dün ne zamandı bilmiyorum ama gerçek olanın -iddia edilen kısımca- sayın fırtına'ya ait olduğu söyleniyor.
eğer ki onunla -sayın fırtına- tanışıyorsak -kar tanesi'nin bırakmayacağını bildiğimden söylüyorum- şu an burada olması gerekirdi. ve demek ki olmamasından anlayacağım kadarıyla bu zamana kadarki yaşanılan zannettiklerim bir halüsinasyon kadarmış.
diğer bir ihtimalle eğer ki tüm bu olaylı geçmişin aslen var olmadığı kısmında yanılıyorsam yapacağım son çıkarımım kar tanesi'nin kabul edemiyor olduğudur.
deli değilim merak etmeyin. sadece kar tanesi'nin gözü karalığının onsuzluğa bir zerre bile izin vermeyeceğinden şu an başucundan kalkamadığım yatağın dolu olması gerekirdi. boş olduğuna göre tüm bu şıkları değerlendirmem gerekiyor zannımca.
o yüzden sanırım, her ne kadar boş olduğundan emin de olsam bir kere bile bakmaya cesaret edemedim. ellerimin yere düşüş anı da böyle gerçekleşmişti zaten.
ama sonra anlamadığım bir hissiyat sanki düştüğü yerden tutarmış gibi ellerimi bulduğunda gözlerimi yatağa çevirdim. o anlık hızın kalbimi deşermiş gibi bir acıya yerini bırakması ise beyaz çarşafların dağılmış yüzünü fark etmemle oldu.
ağlayamamaktan mı ya da uykusuzluktan mı bilmiyorum ama karşı karşıya geldiğim aynadaki gözlerim belki de yıllar sonra ilk kez bu kadar özlemi kusuyordu.
ben ve özlem ha smdbdnrmebdmdbdmdbf
tch.
bak bu olmadı işte.
hiç "hiçbir" şeyi kalmamış bir "hiç"in özlem duygusuna hasret kaldığı görülmüş müydü bugüne kadar?
özlem duygusunun hasretini çekmeyi de anlayamayacağınızdan toparlayabildiğimce açıklamam gerekiyor sanırım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fırtına ve kar
Fanfictioney göğün eli, kara toprak üzerine dök, ey göğün eli, cömertliğin eli, kışın eli dök: bahar çiçekleri yerine beyaz karı kuş şarkıları yerine ümit sessizliğini