Lee Minho'nun Anlatımı
Bana düşüneceğini söylemesinin üzerinden neredeyse bir ay geçmiş ve Amerika'ya gitme günü gelip çatmıştı.
Bu zamana kadar her gün ümidim tek tek azalmış ve en sonunda umutsız kalmıştım.
Teklifimi reddetmişti.
Amerika'ya gitmiş ve bana hiçbir şey dememiştir. Hayatımdan tam anlamıyla çıkıp gitmişti işte.
Derslere gittiğimde ve onu göremediğimde kendimi yalnız hissettim. Böyle hissetmeyi beklemiyordum.
Aramıza 100 kilometre, hatta fazlası girmişti. Ona olan duygularımda bir değişim yoktu. Böyle olacağını biliyordum. Bu duyguların sahte olmadığını öncesinden hissetmiştim. Ancak bu durum Han için de aynı mıydı bilmiyordum. Ve bilinmezlik beni oldukça rahatsız ediyordu.
Böyle durumlarda artık Han'ın duygularının beni ilgilendirmediğini söylüyordum kendime.
Ben onun için hatalar yapmayı göze almıştım. O ise doğru olanı seçmişti. Bu seçimine saygım sonsuzdu. Elbette bu gitmesine üzülmediğim anlamına da gelmiyordu.
Bir insan için bu kadar kahrolabileceğimi daha önce hiç tahmin edememiştim. Bu yüzden de küçük bir bataklığa düşmüştüm.
Kendimi uykuya vermiştim. Ancak acı bir gerçek vardı, bazı şeyler uyuyunca geçmiyordu.
Yine gecenin erken saatlerinde uyumak için yatağıma uzanmış ve kulaklıklarımı takmıştım.
Ancak o gece uyumadım. Bir insan için kendimi yataklara atacak herif değildim ben. Üstelik bu insan benimle olmak için en ufak bir çaba göstermemişti, belki de gerçekten benden nefret etmişti.
O beni siklemiyorsa ben de onu siklemeyecektim.
Ayağa kalktım ve pijamalarımı çıkarıp üzerime siyah bol bir kot ve beyaz bir gömlek giydim. Boynuma uzun zamandır takmadığım üzerinde kilit olan bir zincir kolye taktım. Uzun zaman sonra ilk kez giyimimi önemsedim. Parfüm bile sıktım. Bu tuhaf hissetmeme neden olmuştu. Farklı biri gibi.
Sokağa çıktım ve şu sıralar gençler arasında fena popüler olan bir bara gittim.
Tek başıma bara gitmeye alışıktım. Ancak ben sakin barlarda takılan tiplerdendim, bursaı ise alışılmışımın dışında, renki, gürültülü ve hareketliydi.
Daha önce hiç dans etmeyi denememiştim. Ama içimden bir ses bynu becerebileceğimi söylüyordu. Bunu deneyimlemek için fazla ayıktım, bu yüzden doğruca bar tezgahına doğru gittim.Her zaman aldığım bira yerine serç bir votka sipariş ettim.
Kafam az buz iyi olduğunda kalabalığa karıştım. Dans pisti oldukça kalabalıktı, yinede bu hayatımda ilk ve muhtemelen son kez niyet ettiğim bir çılgınlıktı. Niyetimi gerçekleştirmeden bu bardan çıkmaya niyetim yoktu.
Fırsat bulduğum an piste çıktım ve kişiliğime ters olan dans hareketlerini denedim. Yüksek sesili müzik ve kalabalık beni daha da gaza getirdiğinde kendimi müziğin ritmine bıraktım.
Zaman durmuş gibiydi, sanki yaşam, zaman durunca başlıyormuş gibiydi. Yaşıyordum. Ve bu güzeldi. Yaşamak güzeldi. O an böyle hissetmiştim işte. Ve o an yaşamım sonsuzluğa uzansın istemiştim.
Birisinin beni kolumdan tutmasıyla birlikte pistte son bir kez döndüm ve durdum. Kolumu tutan tanıdık yüze baktım.
"Selam," dedi.
Gülümsedim. "Selam."
"Benimle bir düello yap." dedi Hwang Hyunjin.Hyunjin'le birlkaç ay önceki partide şans eseri tanışmıştım. Oldukça aiyi bir dansçıydı.
"Tanrım, bu harika olur." dedim heyecanla.
Hyunjin kolumu bıraktı ve elini havaya kaldırıp bağırdı. "Dans düellosu var dostum, geri çekilin!"
İnsnalar geri çekildiğinde ortada ikimiz kaldık. DJ şarkıyı ayarlarken Hyunjin saçlarını toparladı. O an gözümde o çok havalıydı.
Hyunjin'le o pistte yaklaşık yarım saat kadar deliler gibi dans etmiştik. Sanırım hayatımın en mutlu yarım saatiydi.
Dansımız bitince bardan çıktık ve sokaklarda yürümeye başladık. İkimizde fena terliydik.
"Daha önce sana harika dans ettiğini söyleyen oldu mu?" diye sordu bana.
"Hayır." dedim. "Hayatımda ilk kez dans ediyorum."
Ağzı açık kaldı. "Ne? Benimle taşşak mı geçiyorsun lan sen?" dedi şok içinde.
"Hayır. Ben ciddiyim." dedim.
"Vay anasını.." diye mırıldandı.İkimizde nereye olduğunu bilmeden sokakta ilerliyorduk, bu bana kendimi özgür hissettirmişti.
"Ah, fena terlemişim." dedi tişörtünün ucundan tutup onunla alnını silerken.
"Güzel kokuyorsun, naz etme." dedim.
Onun teri tuhaf bir şekilde parfüm gibi güzel bir kokuya sahipti. Benimki ise leş. Duş almam gerekiyordu.
"Yinede terliyim." dedi bana yandan dik dik bakarken.
"Evin uzak öyle değil mi?" diye sordum. Partiye ev sahipliği yaptığından evinin nerede olduğunu iyi hatırlıyorum, ve buralara yakın değildi, biliyordum.
"Evet. " dedi başını sallayarak.
"Benim eve gelip bir duş al o zaman." dedim.
"Ne zaman bu kadar samimi olduk biz?" dedi gözlerini kısarak.
"Hiçbir fikrim yok, dostum." dedim.Olduğu yerde durdu ve başını yana eğip bana baktı. "Bana 'dostum' deme, tamam mı?" dedi. Sonra pis pis sırıttı. "İleride ne olacağımızı bilemeyiz."
"Bana yürüyor musun?"
"Bilmiyorum, öyle mi yapıyorum."
"Öyle yapıyorsun."
"Evet, zaten 'evime gelip bir duş alsana' diyen kişi benim." diye dalga geçti gülerek.
"Bu sözümde en ufak bir art niyet yoktu bir kere." diyerek kendimi savundum.Hangi manada söylemiştim bilmiyorum. Onu çekici bulmuştum ve onunla daha fazla takılmak istiyordum ama o manada takılmak mı istiyordum emin olamıyordum.
Sonuç itibariyle onu evime getirdim. İlk ben duş aldım, sonra da o. Ona giymesi için kıyafet verdim. Onu benim kıyafetlerim içinde görmek tuhaf hissettirmişti.
Ona ve kendime birer sıcak kahve yaptığım sırada aklıma Han geldi. Bu onu aldatıyormuşum gibi hissetmeme neden oldu. Ancak hiçbir zaman onunla bir ilişkim olmamıştı. Bu aldatmaktan çok uzaktı.
Hyunjin'le kahvelerimizi içip sohbet ettikten sonra ona burada kalmasını ve sabah olduğunda birlikte derse gidebileceğimizi söyledim.
"Gerçekten mi?" diye sordu. "Bu harika olur."
O geceyi geçirebilmesi için ona bir yatak hazırladım.
Akşam olana kadar o yatakta oturup korku filmi izledik.Ve anladım ki Hyunjin havalı ve korkusuz görünse de korkağın tekiydi.
O 'şapşal' kelimesinin vücut bulmuş haliydi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
We Are One | Minsung ✓
FanfictionRuhları birbirime bağlanmış iki düşmanın hikayesi... We Are One her okuyucusunun merakını yenemeyip gözünü dahi kırpmadan gece boyu okuduğu sürükleyici bir aşk romanıdır. Bağımlılıklar, kötü alışkanlıklar, kötü yaşantılar ve sevmemek için direnip yi...