dert insana yol gösterir, demiş biri. sahibinin ismini dahi anımsayamadığım bu sözün sözler içinde bir yeri vardı benim için. zira bu yaşıma kadar dertlerimin yönlendirmelerinden başka bir yönergeyle hareket ettiğimi söylemek yalan olurdu.
neredeyse bir hastalık boyutuna ulaşmış mükemmelliyetçiliğim, benim sorunlarımdan biriydi ve ben onun bana yol göstermesine izin verip mükemmelliyetçiliğimin yönlendirmesine göre oluşturmuştum hayatımı. önümdeki kitap dümdüz olmalıydı, evden çıkmadan önce ışıkları iki kez kontrol etmeliydim, her eylemim belli bir plana bağlı olmak zorundaydı ve eğer o plana bağlı kalamazsam kafayı yerdim, yaptığım hesabın tutmayışından nefret ederdim. bana göre her şeyin bir rayı vardı ve bu ray benim için düzeni ifade ederdi. yaşanacak her olay ve var olan her nesne fiziksel yahut soyut olan bu rayların içinde kalmalıydı. tıpkı bir tren gibi, rayından çıkan bir tren yıkıma neden olurdu.
bir diğer derdim olan para da herkesin hayatını yönlendirdiği gibi benimkini de yönlendirmekten çekinmemişti. açlıktan ağzımın falan koktuğunu söylemek pek doğru olmazdı ancak ömrümde çok az lüks denilebilecek şeye sahip olmuştum. bu sahip olduğum çok az lüks şey de ailemden akan paranın bir sonucu değil, kendi çabalarımın karşılığı olmuştu. para sorunumun yönlendirmesiyle kendimi yarı zamanlı bir işin ortasında bulmuştum mesela.
tıpkı iki ay önce aile sorunundan kaçmak için kendimi aniden kore'nin ortasında bulmam gibi.
ki bu kaçış, adının aksine kaçınılmazdı. ailemin baskıcı ve aşırı kontrolcü tavırları benim doğup büyüdüğüm, asıl milliyetimden daha çok benimsediğim avustralya'dan arkama bile bakmadan koşarak kaçmama ve kendimi zaten vatandaşlığımın bulunduğu kore sınırlarına atmama sebep olmuştu.
bu aslında benim neredeyse ortaokuldan beri planladığım bir şeydi, ailemin kontrolcü tavırlarının bulunduğumuz konum nedeniyle baş gösterdiği ilk dönemlerdi. onlara göre avustralya korkunçtu. bir çocuğun yetişmemesi gereken bir yerdi ve onlara göre o ülkenin toplumu ahlaksızdı. bu sebepten mütevellit beni her şeyden uzak yetiştirmeye çalışmaları da sonunda beni kaybetmelerine neden olmuştu, onların ne kadar umrundaysa.
kaçma planlarımın merkezinin kore olmasının ilk nedeni elbette ilkokulun hatrı sayılır bir kısmını burada okumuş olmam ve hem daha öncesinde kore'de bulunduğumdan, hem de annemle babam evde korece konuştuğundan dile hâkim olmamdı. üstelik avustralya'da gördüğüm 'çekik' ırkçılığından sonra rahat bir nefes alabileceğim tek yer burası gibi gelmişti bana. bir nevi konfor alanı belirleyebileceğim bir yer arayışıydı bu, avustralya dışında da konfor alanım diyebileceğim tek yer kore'ydi. yani ana vatanım.
ailem bu fikre tam anlamıyla karşı çıkmış sayılmazdı, başka bir ülke seçeneklerime dahil olsaydı bunu pek tabii kabul etmeyeceklerinden emindim ancak onlara göre vatanları son derece güvenilirdi. pekâlâ, bu kesinlikle tartışılabilir bir düşünceydi, hatta aksi de kolaylıkla kanıtlanırdı ama gençliğini yitirmiş birine laf anlatmak boş duvara onun bir çiçek olduğunu kabul ettirmeye çalışmak gibiydi. tamamen boşa bir çaba. ayrıca inandıkları şeyi kundaklamak da istemezdim; saygı duyduğumdan değil tabii, tamamen işime geldiğindendi.
babamın kore'de okuma fikrime en başta sıcak baktığını söylemek yalan olurdu yine de, parası kendi cebinden çıkacak sanıp paçaları tutuşmuştu ancak benim bugünün planını yıllar öncesinden yapmamın getirisi olan azımsanmayacak birikimim beni bu sorundan da hasarsız çıkarmıştı. gördünüz mü? dertler gerçekten de yol göstericiydi, ne kadar sizin doğru yolu takip edip etmediğinize bağlı olsa da.
para da onlardan çıkmayınca annem de babam da bu fikri tamamen benimsemişlerdi. annem babamın aksine daha duygusal yaklaştığından beni dizinin dibinden ayırmayı bir türlü içten içe kabul edemese de benim elimde yeterli para olduğu sürece kendi isteklerim doğrultusunda hareket etmeme engel olamayacaklarını bildiğinden başımı okşayıp "çok özlerim ama seni," demekle yetinmişti. gözlerinin dolması içimi burksa da beni bunu yapmaya onların ittiği gerçeği hatrıma düşünce boğazımdaki yumru var olduğu gibi yok olmuştu. bazen vicdan sadece ayak bağıydı ve benim şu an ona hiç ihtiyacım olmadığı kesindi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
do me a favour, jakehoon
Fanfictionand do me a favor, and ask, if you need some help she said, do me a favor, and stop flattering yourself and to tear apart the ties that bind perhaps 'fuck off' might be too kind