DUDAKLARI HALA KIRMIZIYKEN

187 17 6
                                    

Bölüm şarkısı " Nightwish- While your lips are still red"


Yağmur olağan şiddetiyle yağmaya devam ederken, kanallarda biriken çamurlu su taşıp yola doğru akıyordu. Yerinden kımıldamayan adamın düşünceleri sayesinde yağmurdan etkilenmediği belliydi. Sırılsıklam olan takım elbisesini ve saçlarından ensesine yol alan damlaları görmezden geliyordu. Belki de farkında bile değildi.

Islak toprağa doğru elini uzattı ve dizlerini yere koydu. Kirlenen pantolonun düşüncesi beyninde yer etmiyordu bile. Soğuk mermeri hissetti elleriyle. Önce parmaklarını sonra avucunu dolaştırdı ismin üzerinde. Yağmur yağması gözyaşlarının sıcaklığını almıyordu genç adamın. Canı hiç bu kadar yanmamış, hiç bu kadar hissetmemişti kaybetmenin iğrenç anlarını. İntikamını fısıldadı bir süre. Bir senedir her gün buraya gelip yaptığı gibi...
" Pes etmiyorum... Az kaldı... Bize bunları yaşatan insanlar bu acının daha fazlasını ilkelerine kadar yaşayacaklar. Daha fazla acıyla yaşamak zorunda kalacaklar. Hissizleşmek isteyecekler ama olmayacak. En sevdiklerini alacağım ellerinden. Aynı onların bizlerden sizleri almaları gibi... Tam bir yıldır buraya gelip söz veriyorum ve her ne kadar beni bilmeseniz de, ben tutamayacağım sözler vermem. "

Çekti ellerini pürüzlü zeminden. Beynindeki sesi duymaması imkansızdı.' Dudakları kırmızıyken, hala yaşıyorken almalısın intikamını.' Bu gün buraya gelmekteki amacı iç sesinin tereddüt dolu fısıldamalarıydı. Bu durum onu fazlasıyla rahatsız ediyordu. Sanki içindeki iki ses sürekli kavga ediyor da hangi taraf kazanıyor bilmiyordu. Araftaydı. Evet evet kesinlikle sonunu bilmediği çelişkileri vardı. " Hayır! " diyerek haykırdı tekrar... Sesi boş mezarlıkta yankılanmış kendi kulaklarını doldurmuştu. " Çık kafamdan. Sen olmayacaksın. Hayır sen olmamalısın. Bütün dengemi bozamazsın. Sen sadece kurbansın..." Bugün aslında korktuğu gündü. Dudakları hala kırmızıyken intikam almak istiyordu, yaşarken almalıydı intikamını. Bunlar kendini zorladığı düşüncelerdi. Mantıklı yanı bunu söylerken, kalbi bunu dile bile getiremiyordu. Dudakları kırmızıyken sevmek istiyordu genç adam. Bunu düşününce kanının donduğunu hissetti bir süre. Kalbinin dediklerini bilse de yapacaktı bu kötülüğü ona. Kalbinin ve beyninin sesini duymazdan geldi.  Sahi ne zaman anlaşmıştı ki kalple beyin?

------------
"Babacığım sadece 4 senedir ayrı evlerde kalıyoruz. Ayrıca Fikret Tuna'nın evine gideceğim desem kimse yolu şaşırmaz . O yüzden lütfen sakin ol ve yarın beni almaya birilerini yollama. Seni seviyorum. Anneme dikkat et."
Babasının telaşlı konuşmasını gülümseyerek dinledi. Sonunda bitmişti bu ayrı kalma meseleleri. Tam dört senedir açıktan okuyarak, özel hoca yardımlarıyla bitirmişti liseyi. Bir evin bodrum katında saklanarak yaşamıştı resmen.Tam bir sene boyunca gazetelerde ana sayfa gündemi olmuştu.' Fikret Tuna'nın kızı kim tarafından kaçırıldı?' , 'Aile neden bu duruma geldi? ' , ' Ünlü iş adamından istenilen neydi?'. Fikret Tuna tek kızını kaçırıldı göstererek saklamıştı dört sene boyunca. Kızının ikinci ismini kaldırmıştı kimlikten, zaten kızı kaçırıldı biliniyordu. Her sene başka illerdeki liselerde izini sürdürerek açıktan kaydını yeniliyordu kızının. Gerçi bu vakitte düşmanları Fikret Tuna'nın kızından çok üzerilerine gelen baskınları püskürtmeye çalışıyorlardı. Babasını göremediği seneleri bir kenara bırakıp valizini düzenlemeye devam etti. Saat gecenin üçüne geliyordu ve hala valiz düzeltiyordu. Aslında temizlik seven biri değildi ama söz konusu valiz düzeltmek, dolap düzeltmek olsun üşengeçliği bırakıp yapardı.
" Hey! Fikret amcayla konuşmuş gibi bir halin var. Ne oldu yine gidemiyor musun? "  Arkadaşının kurduğu cümleyle biraz mutlu olsa da yine yüz ifadesi eski halini almıştı. Bağdaş kurmuş elindeki resimleri valizine koyuyordu. Şu dört senede sadece Dilem vardı hayatında ha tabi birde özel hocası Emre bey. 

'' Yok hayır gidiyorum sadece... Bilmiyorum Dilem babamı en iyi sen bilirsin onun çalışanısın.Kendi çevresinde hep bir sınırı vardır. Yanlış anlamaya benim her zaman dostum oldun bu sürede. Emin olamıyorum başımızdaki adamların tamamen bittiğine. Hayatımın sonuna kadar böyle yaşamak... Bana göre değil enerjim sömürülmüş gibi."

Dilem koltuğa yayılıp arkadaşının elindeki resimlere odaklandı. Sanki bu kızın koruması değilde kanını taşıyan kardeşi gibi seviyordu. Asya onun kardeşi gibi olmuştu. Dilem altı yaşından beri spora gidiyordu. Taekwon do, boks, yüzme ve abisinin yönlendirmesi ile silah eğitimi ile yakın dövüş hocası da vardı. Dilem'in abisi Fikret bey'in en sadık çalışanıydı. Ölümünden sonra Dilem le Asya bu bodrum katında dört sene geçirmek zorunda kalmışlardı. Bu olaylar öncesinde Dilem milli takımla maçlara gidiyor, sürekli ülke gezerek hayatını yaşıyordu. Bu hayat onuda yormuştu ama dostlukları sayesinde birbirlerine iyi gelmişlerdi. 

"Dilem, hey! Gözlerini çek resimlerimden. O gelen yaşları hemen geri göndermezsen eşyalarımı geri çıkartacağım ve gitmekten vazgeçeceğim." Dilem dolmuş gözlerini çekti resimlerden. Abisinin ölümü geldi aklına. Resimde Dilem, Asya ve abisi Poyraz vardı. Fazla mutlu olduğumuz zamanlardan biriydi... Zaten kendini bildi bileli bu aileyle yaşıyordu. Annesini ve babası bildiğine göre trafik kazasında vefat etmişti. Çoğu kez abisine sorsa da bu konu bir şekilde kapanmıştı. 

"Ah, ben mi ağlayacağım? Galiba en son on yaşımda maçı kaybettiğim için ağlamıştım kardeşim. Bunlar sevinç göz yaşları. Kurtuluyoruz. Hem bakarsın ben tekrar maçlara başlarım? Dört senedir tek başıma da olsa antrenman yaptım sonuçta." Asya kardeşim dediği kişiye baktı bir süre. Birine alışmak, kardeş bellemek böyle bir şey olsa gerekti. Zordu alışkanlıkları bozmak. Ne kadar sağlam karakterli, güçlü bir kız görünüyordu öyle. Keşke bende öyle olabilsem dedi içinden. Derin bir nefes alıp valizin ağzını kapattı ve dileme dönüp destek cıktı." Kızım İranlı rakiplerin özlemiştir seni şimdi. Gidip bir güzel gösterirsin kendini. Ben güveniyorum sana". Dilem arkadaşının fikirleri üstüne gülümsedi ve dudakları birkaç şey fısıldadı. Her şeye yeniden başlamak...

"Hadi bakalım otobüs biletlerini hallettim ben, beş saat sonra Ankara'da olacağız." Dilem'in bu lafı üstüne Asya iyice keyiflendi. Babası onu uçakla gelecek sanıyordu ki bu ihtimalde kesinlikle havaalanına birini gönderecekti. İki arkadaş eskiden olsa her ihtimale karşı Fikret beyin sözünden çıkmazlardı ama artık tehlike yoktu hoş olsa bile Dilem yine Asyayı korurdu. Elini yumruk yapıp Dileme uzattı. Kendi aralarında zafer işareti yapıp evin anahtarını alıp çıktılar. Yaklaşık otuz dakika sonra otobüse binmiş, etrafı gözlüyorlardı. Dört senedir alışmıştılar bu duruma. Paranoyak olmuştular iyice. İnsanları uzaktan izlemeye, dudak okumaya alışmıştılar. Geçen üç saatin sonrasında özlemini sürdükleri memleketlerine gelmişlerdi. Dilem ve Asya etrafı biraz süzdükten sonra gözleri kesişince mutluluklarını gülümseyerek tamamladılar. Aslında Asya gülümsemek yerine kahkaha atmayı tercih ederdi ama Dilem le günün tamamını geçirdiği bu dört sene kadar uzun bir süre zarfında kahkahaları gülümsemeye dönüşmüştü. Dilem'in genelde dudağının bir tarafı kıvrılırken, Asya'nın dişleri gözükürdü. İki arkadaş hep bir noktada birbirlerini tamamlarlardı. Eve gidesiye kadar sürekli Ankara'da özledikleri şeylerden bahsedip durdular. Asya belki o kadar çok sevmiyordu Ankarayı. İstanbul'da kaldıkları süre zarfında denizi seyrederek geçirdiği olmuştu vakitlerini ama Dilem'in fikirleri hep sabitti ona göre şu düşünce daha baskındı; Üzgünüm İstanbul seviştik ve bitti. Ben Ankara'ya aşığım. Hasretin en yoğun kıvamını yaşıyordu iki yürekte. Kapıdan içeri girdiklerinde Fikret bey'in korumalarının yardımı ile eşyaları eve taşımışlardı. Şu an herkes onları uçaktan inecek sanıyor olsalar da onlar evde oturmuş anın tadını bile çıkarıyorlardı. Asya'nın gülüşleri evi doldururken,  telefonun sesi evde yankılandı. 

 "Kızım neredesin sen? Uçağı mı kaçırdın yoksa? Şu an Ankara'da olman lazımdı?" Asya ve Dilem'in bakışları birleşince ikisinde de dalga geçer bir ifade oluştu. Çok bekletmeden konuştu Asya. "Baba, ben hasta olunca Dilem bileti bir gün sonraya aldı, haber veremedim. Akşam sen aradıktan sonra hasta oldum ve evet şu an iyiyim. Ha birde hani sen gelmeyecektin ?" Fikret bey kızının lafını üstüne çocuklar babalarına hesap soramaz deyip kapatmıştı. Bazen o kadar yoruluyordu ki insan ruh olarak. Hani bedeni geçiyorsun , ruhen o acıyı hissediyorsun. Artık yorulmak istemiyordu ikisi de. Uzun süredir huzuru hissetmeyen bedenlerinin, huzuru hissetmesini istiyordular. Sadece çabalarının karşısında, huzurlu bir hayat.

Dudakları Hala KırmızıykenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin