her yer kadındı.
gerçekten doğru tabir bu mu emin değilim ama her yer de kadın vardı. şu ana dek girdiğim dernekte bir tane bile erkek görmemiştim. öyle teyzelerin takıldığı bir yer sansam da gözümde resmen dünya güzelleri vardı bu dernekte.
"buyur ne için gelmiştin?"
bana soru soran kızla bakışlarımı içerideki kadınlardan çekip ona yönelttim. ıslık çalmamak için dudaklarımı ısırmak zorunda kalmıştım. fazlasıyla esmer bir kız üzerinde sarı bir tişört ve altında dar bir kot pantolon vardı.
"kardeş sana diyorum ne için gelmiştin?"
beni omzumdan sarsınca gözlerine baktım bu sefer. "kusura bakma ablacım ya güzelliğin yüzünden dilim tutuldu. sultan abla bi uğra demişti onun için gelmiştim ben."
ilk dediklerime şaşırmış gibi dursa da ardından sevimli bir tebessüm sunup "beni takip et." demişti.
onu sadece bir baş sallaması ile onayladım ve peşine takıldım. o önden ben arkadan merdivenlere yönelmiştik. resmen birçok kadın ellerinde kağıtlarla veya farklı aletlerle etrafta koşturuyordu.
"dur bi içeri gireyim önden sorayım. senin adın neydi bu arada?"
çıktığımız merdivenlerin sonunda beyaz kapılı bir odanın önünde durmuştuk. esmer güzel kızın söyledikleri ile "adım umay." dedim. başını salladı ve kapıyı tıklatarak içeri girdi, aradan bir on saniye falan geçmeden geri çıktı ve "geç içeri seni bekliyor." dedi.
başımı salladım ve hafifçe tebessüm ettim kız da bana göz kırpıp yeniden merdivenlere yönelmişti. aralık kalmış kapıyı hafifçe itip içeri girdim ancak gördüğüm manzara ile kapının ağzında bana bir kal geldi.
sarı saçlı minyon bir kız gömleğinin düğmelerini ilikliyordu, sultan ise masasında ki eşyaları üstün körü düzeltiyordu. boğazımı temizlediğimde ikilinin de bakışları beni buldu ve sultan'ın bir baş hareketiyle kız daha düğmelerini ilikleyemeden koşar adımlarla odadan çıktı.
"hoşgeldin yavru kuş, niye ayakta duruyorsun? otur karşıma."
gördüklerimin etkisinden henüz çıkamadığım için sadece "hoşbulduk" diyerek karşısında ki koltuğa oturdum. büyük ihtimalle az önce aralarında bir münasebet dönüyordu.
"ya abla" dedim alayla "hiç bölmeseydin ben beklerdim işinin bitmesini."
göz devirdi ve arkasına yaslandı sultan "hoşuma gitseydi zaten işim bitmeden giremezdin içeri."
başımı sallayıp odada gezdirdim gözlerimi. fazlasıyla sade genellikle krem rengi ve gri ile döşenmiş geniş bir çalışma odasıydı. gri bir L koltuk takımı ortasında büyükçe bir sehpa bulunuyordu.
"sana ne iş verebilirim bilmiyorum." diye söze başladı sultan. ardından odada gezinen bakışlarım onu buldu.
"ne iş olduğu fark etmez, yeter ki mesleğimi icra edebilene kadar beni idare edebilecek bir iş olsun."
kısıkça hmlayıp birkaç dosyaya baktı ve "mesleğin nedir?" diye sordu. ona şimdilik dolandırıcılık peşinden koştuğumu söylemeyecektim bu yüzden sadece "tarih öğretmeniyim." dedim.
kaşlarını kaldırıp "güzelmişte mesleğin, atanmamı bekliyorsun?" diye sordu.
"evet." diyerek basitçe yanıtladım sorusunu.
"e kızım, gönüllü olarak doğuya gitsene. öğretmen eksiğinden çocuklar oralarda kendi kendilerine ders veriyorlar."
kaşlarım çatılmıştı bu dedikleriyle. "istanbul'da bile yapamıyorum be abla. ankara'dan koptum diye canımdan can gidiyor. bir de oralara gidersem hasretimden ölürüm herhalde."
güldü ve alayla "ankara'dan kopamıyorsan ne işin var istanbul da? niye geldin buralara?" dedi. katil olmamak için evi terk ettim ya da babam beni öldürmesin diye abilerim beni burada saklıyor diyemezdim.
"boş ver be abla! uzun hikaye benimkisi."
sorgulamadı ya da üstüne düşmedi. yüzümde ki sıkıntılı ifadeden anlamıştı büyük ihtimalle derdimin büyük olduğunu. sırtını sandalyesine yaslayıp beni bi göz ucuyla süzdü ve "kalemdârlık yapabilir misin bana?" dedi.
"kalemdârlık mı?" dedim şaşkınlıkla "nasıl yapacağım ki onu?"
elinde döndürdüğü kalemi masaya iki kez vurup "basit" dedi "genellikle yanımda sürekli ahu olurdu, onunla beraber gittiğim mekanlarda yanımda durur ve söylediklerimi not eder vakti geldiğinde bana hatırlatırdı. ancak artık evleneceği ve karşıya taşınacağı için yanımda ki görevine devam edemeyecek. dernekte ki herhangi bir kadını da yanıma alabilirdim ancak mesleğini de göz önünde bulundurarak ezberinin iyi olduğunu düşünüyorum. ha bunu yapamam dersen dernekte ki diğer kadınlar gibi ufak tefek işlerle ilgilenebilirsin."
cümlesini bitirdiğinde bir müddet duraksadım. yanında kalıp onun işlerine koşturabilir ve ahu gibi bir an olsun sultan'ın yanından ayrılmazdım. bu düşünce ile kanım kaynadı ve masaya diktiğim bakışlarımı ona çıkarttım. cevabımı bekler gibi bana bakıyordu.
içimde garip bir his vardı, ona yakın olma hissi. az önce odadan çıkan kızlardan biri olmak istemiyordum, veyahut boynuna izler bıraktığım bir gece sonrasında başka bir kadının izlerini görmek istemiyordum. ama ben ona tamamiyle yakın olmak istiyordum, nasıl bir yakınlık istediğimi hâlâ bende kavrayabilmiş değildim ancak gözlerimin önünde bu kadar öpülesi duran bu vişne çürüğü dudaklara bakmaktan kendimi alamıyordum.
"beni tanımıyorsun bile. ya sana ihanet edersem? not ettiğim o bilgileri başkasına uçurursam."
dediklerimle alay eder gibi bana baktı ve elinde ki kalemi masada yuvarlayarak önüme itti. kalem düşmesin diye refleksle tuttuğumda ince uzun parmakları kalemi tutan elimi kavradı sertçe. ama bu can acıtan bir sertlik değildi, buna rağmen boğazımdan aşağı bir yanma hissetmiş ve gözlerine bakmıştım.
"velev ki bana ihanet ettin umay kardeş. o zaman kaç saklanacak yer ara çünkü o güzel gözlerini hiç umursamam alnının çatına yediririm mermiyi."
derin bir nefes alıp elimi geri çektim ve "kabul ediyorum." dedim. o da elini çekip sırıttı ve "yarın sabah altıda burda ol, benden yarım saat önce gelip odamı düzenle ve ahu'nun tuttuğu eski notlara bi göz gezdir. ve sakın gördüğün şeyleri polise ihbar etmeye kalkışma."
göz devirip ayağa kalktım "sanki ben çok masumum." dedim kısık bir sesle. ancak duymuşa benziyordu ve bana çatık kaşları ile bakıyordu. bunu umursamadan geri geri adımladım kapıya kadar ve kolu aşağı indirirken "hadi allah'a emanet!" dedim yüksek sesle ve bir şey demesine fırsat vermeden çıktım odasından.
uyuşmuş sol elime dokunurken elektrik çarpmış gibi hissetmiştim. sultan bende farklı hisler uyandırıyordu ve canımı sıkan çok büyük bir mevzu vardı, ben ona abla diyordum. ilk günden aramıza "abla" demekle çok büyük bir sınır çekmiştim.
ve gariptir ki sınırları yok etmek için elimden gelen her şeyi yapabilirmiş gibi hissediyorum.
...
bu bolumu o kadar cok yazip yazip sildim ki en sonunda yazmayi biraktim. aklimda bir fikir belirlemeden akisina birakarak yazmayi denedim ama yapamadım bir turlu. bolumun basi ve ortalarinin ne kadar farkli oldugunu gorebilirsiniz, bolumun basini bir ay once yazdim ve devamini asla getiremedim. düzenlemeye kalkıştım ama onu da yapamadim garip bir sekilde elim ayagima dolasip durdu. bolum yazmak eskisi kadar kolay degil yks stresinden de kafam allak bullak zaten..
umarim bolumu begenirsiniz ve bunca zaman sizi beklettigime degmis olur. gerçekten bunun için cok cok uzgunum, bu aralar bolumleri cok aksatiyor ve beklentinizin altinda seyler yazdigimi biliyorum ancak elimden gelenin en iyisini yapmaya calisiyorum. biraz fazla icimi dokmus gibi oldum cok konustuysam kusuruma bakmayin ☹❤❤
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Abla | gxg
ChickLitmahallenin ablası sultan ve o mahalleye yeni taşınan umay'ın hikayesi. [gxg]