Uyandığım zaman güneş yüzünü benden saklamıştı bile. Ay gökyüzünde bana kocaman gülümsemesini gösteriyordu.Çalılıkların ve böceklerin arasından kalkmıştım. Kafama bir şey baskı yapıyormuş gibi hissediyordum. Birkaç sendelemeden sonra kendime gelmeyi başardım. Etrafımı hâlâ tam net göremesemde bir ormanda olduğum aşikârdı. Hafızam yerine daha tam gelmemişti. Neden burada olduğumu hatırlasam hiç fena olmazdı. Yakınlarda yıkık kütük yığınlarının olduğu bir yer buldum. Oturabileceğim bir kütüğe oturdum.Vücudum neredeyse donacak gibi hissediyorum. Soğuktan düşünmem daha da zorlaşıyordu. Bu oldukça tuhaftı. Yazın ortasında bir zamanda olmalıydık, ama ben karlar arasında çıplak yatan birisi kadar üşüyordum. Hafızam yerine gelmeye başlamıştı.Fakat hatırladığım sadece bir kızın yüzüydü. Şuan da hatırlamak isteyeceğim son şey sanırım buydu, tanımadığım bir kızın yüzü. Bir köy ya da en azından bir baraka bulmam lazımdı. Oturduğum yerden kalktım ve yola devam ettim.
Bir kaç saat geçmiş olmalıydı. Bir kaç ağacın arasından bir ışık yüzüme çarpmıştı.Sanırım bir köy bulabilmiştim. Heyecanlanmıştım, bu yüzden adımlarımı hızlandırdım ve ışığa doğru hızlıca yürüdüm. Işığın ait olduğu yer bir eve aitti. Odundan yapılma orta çağ eviydi. Etrafta da sadece bu ev vardı. Kapıyı çalmayı düşünüyordum ama kapı açıktı. Yine de hırsız olduğumun düşünülmesini istemeyeceğim için kapıya bir kaç tıklatmadan sonra içeriye adımımı attım. Ev bayağı eskiydi. Duvarlarda örümcek ağı vardı.Etrafta dolanan birkaç fare beni görünce kaçışmaya başladılar. Hepsi bir deliğe girmişti. Evin içinde biraz gezinsem de kimseler yoktu. Belki de gece avına çıkmıştı. Yine de burada birisinin yaşaması imkansız gibiydi. Ev zaten döküntüydü. Üstüne etrafta hiç yiyecek bir şey de yoktu. Belki de ev yeni terkedilmiştir. Hem bu yanan ışığa rağmen etrafta kimsenin olmayışını da açıklardı. Kapıyı kapattım ve fazla kirli olmayan bir yer aradım. Lanet olsun ki en temiz yer tuvaletti. Daha az temiz bir yer olarak odanın ortası vardı. Perdelerden birkaçını söküp kendime çarşaf yaptım. Etraf tam anlamıyla çürük yumurta yemiş birisinin boku gibi kokuyordu. Kendimi uyumak için zorladım.
Uykumu bir ses bölmüştü. Göz kapaklarımı açtığımda ilk baktığım yer pencereydi. Gördüğüm şey benim ayılmamı sağlayacak kadar irkilmeme neden olmuştu. Direk olarak bana bakan iki çift gözdü. Hızlıca ayağa kalktım ve mutfağa koştum. Çekmeceleri karıştırdım ve paslı bir bıçak buldum. İçeri dikkatlice ve saklanarak göz attım. Penceredeki şey gitmişti. Çoktan sabah olmuştu. Belki de evin sahibidir diye düşündüm. Bir kaç dakika bekledikten sonra evin çatısına çıktım. Evin etrafı boştu.Gözün sahibi etrafta gözükmüyordu. İçeriye geri dönersem geri gelebilirdi. Risk almamak için direk çatıdan atlayarak kaçmalıydım.Pozisyonumu aldım ve bir ot yığınının ortasına atladım. Direk kalkıp koşmaya başladım. Arkama bile bakmadan koşuyordum.
Sanırım yarım saattir koşuyordum. Bir nehir kenarına varabildim. Soluklanmak için çimenlerin arasına çökmüştüm. Susuzluğumu gidermek için nehirden su içtim. Yine de hâlâ bir buz kadar soğuktum. Nehir suyundan kendime baktım.Giysimin bir kısmında kan olduğunu gördüm. Belki de kaçarken bir kaç dal parçasına çarpıp sıyrıkların oluşmasına neden olmuşumdur. Giysimin ön tarafında biraz, arka tarafı ise tamamen kandı. Bu kan bana ait olsaydı. Şuan da bir ölü olurdum. O zaman bu kan kime aitti. Yoksa birisini mi öldürmüştüm. Ama o zaman ön tarafımın kanı fazla olması gerekmez miydi ki? Kesinlikle hafızamın geri dönmesi gerekliydi. Yine de hatırladığım tek şey o kızın yüzüydü.
Hırıltı ve uluma seslerini duymam ile arkamı dönmem bir oldu. Bir kurt bana doğru yavaşca yaklaşıyordu. Oldukça sinirli gözüküyordu. Bıçağıma bakındım ama nafile. Kaçarken düşürmüş olmalıydım. Sonumun olduğunu düşünmüştüm. Yine de savaşmam gerektiğini biliyordum. Ayağa kalktım, başımı göğüs hizasına aldım ve kollarımı iki yana açtım. Ellerimi kartal pençesi gibi yaptım. Kurdun bir anlığına tereddüte düştüğünü gördüm ve aradığım fırsatın bu olduğunu düşündüm yerden aldığım büyükçe bir taşı ona fırlattım.Amacım ona zarar vrrmek değildi. Bu yüzden yakınına fırlattım. Bir anda geri çekildi ve dönerek kaçtı. Rahatlayarak derin bir nefes aldım. Yine de bir kurt buradaysa sürüsü de yakındadır. Hemen giysimi giydim ve oradan uzaklaştım.
Yürüyüşümü bu sefer güzel bir koku bölmüştü. Pişmiş biftek kokusu tüm vücudumda gezinmişti. Yakın bir zamanda bir şey yediğimi zannetmiyordum. Kokunun yoğunlaştığı yere doğru yürümeye başladım. Yaklaşınca havada ateşin dumanı görünüyordu. Biraz sonra ise o huzur dolu görünen yer. Sonunda bir kasabaya ulaşmıştım. Girişte birkaç muhafız vardı. Ne olur ne olmaz diye üzerimdeki giysiyi çıkardım. Girişe yaklaşınca muhafızlardan birisi beni fark etti ve elini kaldırdı. Bir an için ateş izni için bir işaret olduğunu düşündüm fakat sonra sağa sola sallamaya başladı. Bu bir selamdı. Ne diyeceğimi bilemediğim için öylece geçip gittim. Bir kaç adım sonra ise bir adam arkamdan yaklaştı ve bana bir pelerin verdi.
" Teishi, etrafta böyle çıplak dolaşmamalısın."
Teishi? Adım mı bu? Sanırım öyleydi. Yine de niye bir doğulu gibi bir adım vardı. Adama yüzümü döndüm. Saçı siyah ve uzundu. Arkadan bir bantla bağlamıştı. Sert bakışlı ve kalın kaşlıydı. Mavi gözlüydü. Yine de sırıtmama neden olacak bir özelliği vardı. Fransız bıyıkları... Gerçekten de yüzüne göre oldukça komik duruyordu. Onun yerine bir Türk bıyığı daha yakışabilirdi. Adama bakarken birden gözlerini yoldan alıp bana baktı ve tekrar yola baktı.
"Nerelerdeydin sen ha? Günlerdir yoksun. Sonunda Mike seni bunalttı da kaçtın mı yoksa? Neyse, umarım iyi bir nedenin vardır."
"Ben..."
"Sen ne?"
"Acıktım."
"Ahh, günlerdir kayıp da olsan hâlâ akıllanmamışsın. Şu açlığın ne zaman azalacak senin? Söyle bakalım bu sefer kaç kadın istiyorsun. Yoksa önceki 23 kişi rekorunu kırmayı mı hedefliyorsun?"
"23 mü? OHA!! Ihmm...öyle değil yiyecek bir şeyler istiyorum."
"Anladım. Luke'ye söylerim ayarlar bir şeyler."
Sonunda adam beni 2 katlı bahçeli bir eve getirdi. Kapıya üç kere sert bir kere parmağını sürterek vurdu. Bir kaç saniye sonra adım sesleri duydum ve kapı açıldı. 8 yaşında bir kız kapıyı açtı. Beni görünce çığlık atarak içeriye koştu. Kapıdan içeriye girdiğimde en az on-onbeş kişi karşımda dikildi. Genel olarak eski ve fakir görünüşlü giysileri vardı.Aralarında sadece beni buraya getiren adam soylu gibi giyinmişti. Adam arkalardan sarı saçlı genç bir adama seslendi. Benim için yemek yapmasını söyledi.Sanırım Luke bu kişiydi. Herkes meraklı gözlerle bana bakıyordu. Bir kişi dışında.Kız mı yoksa erkek mi anlayamadığım olgun birisi bana doğru yaklaştı.Yine de memelerden anladığım kadarıyla bu bir bayandı. Kafamdan tuttu ve duvara çarptırdı. Kafam ağrıyordu. Belki de kanıyordu.
"Günlerdir nerelerdeydin be sen piç kurusu!"
Adam beni kurtardı.
"Mike, sakin ol daha yeni geldi. Aç görünüyor bırak da bari yemeğini yesin."
"Bu orospu yemek yemeyi filan hak etmiyor. Meraktan öldürdü bizi. Sakin olmamı bekleme Jon."
Jon denen bu adam ve Mike denen travesti kavgaya tutuşmuştu. Herkes bir ağızdan konuşmaya başlamıştı sonra yukarıdan birisi indi. Hatırladığım yüzün sahibi. Beni görünce üzerime atladı ve ağlamaya başladı. Herkes bir anda sustu. Mike beni iğneleyecek şeyler mırıldanıyordu.
"Al işte, ağlattın kızcağızı seni piç..."
Duymazdan geldim. Kız birden ağlamayı kesti ve yüzümü kendi yüzüne çevirdi.
"Tatlım, iyi misin?"
Anladığım kadarıyla sevgilim ya da karımdı. Yine de kendimi milletin bana şaşkın halde bakmasına neden olacak soruyu sormadan alamadım.
" Sizler...kimsiniz? "