"Savaş, baştan sona bir rezillik, kızım."
Emekli askerin dedikleriyle gözlerimi kısıyorum. Doğru konuşuyor ama dürüst düşüncelerini bu kadar direkt duymayı beklemiyordum.
"Tabii İkinci Dünya Savaşı'nı tüm ayrıntılarıyla hatırlamasam da bittiğinde yirmi yaşındaydım. Harp okulunda eğitime yeni başlamıştım. Savaş bize -ABD'nin Washington eyaletine- çok sıçramamıştı, bilemiyorum. Daha çok şu lanetler olası Adolf Hitler'in temsilindeki Almanya ve tüm Kore'nin içine eden Japonya çekmiş çilesini."
"Harp okuluna başladığınızda yıl 1945'ti yani."
"Evet. Aynen öyleydi."
"Kore'de mi okudunuz peki?"
"Annemler Kore'de bir pürüzün çıkacağını ve zaten ilkelin ilkeli olarak yaşadığımızı fark ettiğinde, ben daha doğmamışım bile. Amerika'ya taşınmışlar sonra, doğmuşum işte. Taşınma olayını da böyle basitten söylüyorum da, çok da kolay olmamıştır tabii..."
Christopher Chan Bahng karşımdaki. Ailesi Güney Koreli, o ise orada doğduğu için Amerikalı. Tipik bir Amerikan askeri, rap rap yürüyüşü ve yüzündeki soğuk ama sevecen ifadeyle. İngilizce konuşuyoruz ama arada Koreceye de başvuruyor, şivesi kırık ama hoşuma gidiyor. Gözleri parlıyor, sanki o anları yeniden yaşıyor, askerliği tutkuyla yaptığı belli. Her cümlesiyle yüzüme hafiften bir Avustralya aksanı çarpıyor. Kaynağını sormayı yazıyorum aklıma.
"Emekli olmak durumunda kaldım. İnsanız ya, yaşlanıyoruz."
"Hala çok dinçsiniz."
"Yumuşatma beni, Hong. Gerçekten yaşlanıyorum, silah tutamıyorum bile artık," buna verecek cevabım yok.
Bahng gözlerini ilk önce not almak için hazırladığım kağıdıma indiriyor yavaşça, "Hangul'u bile unuttum."
"Dilerseniz Latin alfabesiyle de yazabilirim."
"Çok iyi olur," dedikten sonra kafasını kaldırıp takvime işaret ediyor parmağıyla.
"İki gün sonranın, bugünün 25 Haziran olduğunu gördüm sen arayınca, sene de olmuş 1993. Nasıl bir kavramsa zaman, 1951'de başlayan savaşın üstünden tam kırk iki yıl geçmiş. Dile kolay. Ben ne Youngsoo'yu unutabildim beynimin patlama ve ateşleme sesleriyle dolu karmaşasında, ne silah arkadaşlarımı," burnunu çekiyor hafifçe. Gözleri iki bulutu andırıyor, iki küçük kara bulutu.
"Bölükte yakın olduğum dokuz tane arkadaşım vardı, on kişiydik, ben dahil toplam dört kişi sağ çıkabildik o rezil savaştan."
"Eğer acı verecekse-"
"Askerliğimi bir kenara bırakıp savaşlarımı unutup düzenli kafayla ölmek istedim, kızım. Ama ben onların öyküsünü anlatmadan rahat edemezdim. Hikayemizi anlatmadan kafamı düzenleyemezdim."
İki küçük bulut tavana doğru süzülüyor şimdi, ihtiyarın gözlerinin önündeki perde kalkıyor.
"Altmış yedi yaşına gelmişim, taş çatlasa yirmi senem var, on seneye kalmaz ellerimi, ağzımı falan kullanamaz hale gelirim. Dedim ki, yazsın Eunchae şu lanet anıları da kurtulayım. Bizi yad edin, olur mu? Unutulmayalım."
Bu olayların hepsi, Christopher Chan Bahng'ın 25/06/1993 tarihinde Yonsei Üniversitesi tarih bölümü öğrencisi Hong Eun-Chae'e verdiği mini-röportajdan alıntıdır. (Tüm kurgu hakları @livazor'a aittir.)