Karanlık odada bir kez daha uykusuz kaldım. Zamanın ne kadar geçtiğini bilmiyorum, ama sanki Soobin'in gidişiyle her şey durmuş gibi. 10 ay, 300 gün, 7200 saat... O kadar zaman geçti, ama içimdeki bu boşluk hala kapanmadı. Sanki bir şey eksik ve hiçbir şey o boşluğu dolduramıyor.
Her gün rüyalarımda Soobin'i görüyorum. Aynı sahne, aynı gülüş, aynı ses. O son anları tekrar tekrar yaşıyorum. Her uyandığımda gerçeği hatırlıyorum Soobin geri gelmeyecek. Onun gittiği gün hayatımdan da büyük bir parça koptu ve şimdi o parçayı nereye koyacağımı bilmiyorum.
Telefonuma bakıyorum, Ning'den mesajlar var. Bana her zaman destek olmaya çalışıyor, ama hiçbir şey, hatta Ning'in yanımda olması bile içimdeki bu derin boşluğu dolduramıyor. O kadar zor ki... Nefes almak bile bazen ağır geliyor.
Kendi kendime sormaktan kendimi alamıyorum:
"Söylesene sevgilim, bunu hak edecek ne yaptın?"
Ama biliyorum. Soobin hiçbir şey yapmadı. Hiçbir şey bu acıyı hak edecek kadar kötü olamazdı. Ama işte buradayım, her gün o boşluğu taşımaya çalışıyorum, içimdeki o devasa boşluğa karşı koymaya çalışıyorum.
Ve cevabı her zamanki gibi aynıydı, sessiz, boğuk bir yankı gibi:
"Hiçbir şey."
Karanlık odanın boğucu havasından kalkıp pencereye doğru yürüdüm. Dışarıda, sokak lambasının zayıf ışığı boş sokağı aydınlatıyordu. Derin bir nefes aldım, ama hava ciğerlerime dolarken bile içimdeki ağırlık hafiflemiyordu. Sanki tüm dünya hareket ederken ben olduğum yerde kalmıştım. Soobin'in gittiği anla birlikte zaman benim için durmuştu.
Bir süre böyle sessizce dışarıyı izledim, belki de kaçmayı düşündüm. Ama nereye gidecektim? Kaçmak bile bana Soobin'i geri getirmeyecekti. Kaçmak, hatıralarımdan kurtulmamı sağlayacak mıydı? Sanmıyorum. Her şey onunla birlikte içime kazınmıştı.
Telefonum tekrar titredi. Ning yine mesaj atmıştı. Bu sefer açmaya karar verdim. "Seni merak ettim. İyi misin?" Basit bir mesajdı. Normalde hemen cevap vermezdim, ama bu sefer parmaklarım istemsizce tuşlara dokundu.
"İyiyim," yazdım ve duraksadım. "İyiyim." Bunu Ning'e ne kadar söylesem de gerçeği değiştirmiyordu. Bir yalanın içinde boğuluyor gibiydim. Ama o yalanı sürdürmek daha kolaydı. Ning'in ne kadar uğraşırsa uğraşsın, içimdeki boşluğu dolduramayacağını biliyordum.
Mesajı gönderdikten sonra yatakta yere bıraktım ve yeniden pencereye döndüm. Sessizliği dinledim. Ning'le konuşmaya çalışmak bana hiçbir şey getirmiyordu. O kadar çok şey anlatmak istiyordum ki... Ama kelimeler yetmiyordu. Soobin'in gidişini açıklayabilecek kelimeler yoktu.
Birden içimde bir dürtü hissettim. Masanın çekmecesini açtım ve Soobin'in bana verdiği eski bir defteri çıkardım. Onu ilk bulduğumda her satırına umutlar, hayaller yazmıştık. Şimdi ise yalnızca boş sayfalar kaldı. Elime kalemi aldım, ama nereye başlayacağımı bilmiyordum. Düşüncelerim karmakarışıktı, ama bir şekilde onları bu sayfalara dökmem gerektiğini hissediyordum. Sadece Soobin'i hatırlamak, onu unutmamak için.
Kalemi sayfanın üstünde gezdirirken içimden bir ses bana yazmam gerektiğini söylüyordu. Belki de bu, Soobin'e en yakın olabileceğim tek yerdi. Birkaç saniye daha düşündüm ve sonunda yazmaya başladım:
"Sevgilim, Neden beni bıraktın? Neden her şey böyle yarım kaldı?"
Yazarken kelimeler gözyaşlarımla bulanıklaşmaya başladı, ama durmadım. Yazdıkça içimdeki ağırlık biraz olsun hafifler gibi oldu. Her bir cümle Soobin'e daha yakın hissetmeme sebep oluyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
How To Fall In Love?
FanficGüç ve para, hayatta hiçbir şeyi olmayan insanları ezmeye yetecek bir gerçekti. Ancak, bu gücü kötü amaçları için kullananlar, aslında kendileri de hiçbir şeye sahip olmayan insanlardı.