Shakespeare okunurmuş, aşık olunca..."

26 5 3
                                    

Söylesene Eunseok, neden bu kadar güzel limonların arasından ekşi olanları topluyordun?"

Zeytinliklere yürüyen ve az önceki soruma yanıt vermeyen genç için sorumu yineliyorum.

Bu sefer bakışlarını yere indirgeyerek beni cevaplıyor.

"Yıllardır bu köyde sahipsiz diye bilinirdi ekşi limonlar, kimse toplamadığı için her sene o kadar limon boşa gider, babaanneme bakmak için onları toplayıp limonata yapıyorum, ertesi gün sahile gidip satıyorum. Fakat sahibi olduğunu kesinlikle bilmiyordum, çok özür dilerim efendim."

Sanırım bana karşı kurduğu en uzun cümle buydu.

Fakat benim o sırada takıldığım tek şey bana hitabı oluyor elbette.

"Eunseok-ah, lütfen bana Wonbin de ben de senin yaşlarında biriyim sonuçta."

"Ama siz limonların sahibisiniz."

"Limonlar benim dedeme ait aslında, ayrıca bu bir sebep olmamalı, kimse kimsenin efendisi değildir."

Kafasını bana çevirip minik bir tebessüm veriyor bana.

İlk defa o an fark ediyorum ne kadar güzel gülümsediğini. Gerçekten de Eunseok'un gülüşü eşsizdi...

"Sen iyi birisin Wonbin."

Aramızdaki mesafeyi biraz daha azalttığı için kendimi daha rahat hissederek sorularımı sormaya başlıyorum elbette.

Ne de olsa ateşi yüksek ilk sınıf bir gazetecilik öğrencisiyim(!)

"Köyde hiç genç yok sanırım, herkes iş için şehire göçmüş sen neden burada kaldın?"

Şimdi düşünüyorum da ne kadar düşüncesiz biriymişim, sanki insanlar sorduğum her soruya cevap vermek zorundaymış gibi!

"Babaannemle yaşıyorum ben, kendisi yürüyemiyor, şehre gidemeyiz biz."

Eunseok, kibarlığın kelime anlamı gibiydi. Bir kere bile sorduğum bir soruya cevap vermemezlik yapmamıştı. En özellerine bile...

"Annen ve babana ne oldu ki?"

Yaşlı zeytinin altında soruyorum bu soruyu, hafifçe duraksıyor fakat yine de cevap veriyor.

"Ben küçükken annem ölmüş, babamda savaşa gitti yıllar önce."

Babası tam 15 yıl önce gitmiş savaşa, fakat hiç dönmemiş, bir mektup bile gelmemiş, savaş biteli 11 yıl olmuş lakin Eunseok hala sabırla bir gün babasının geleceğine inanıyordu.

Onun dışında herkes ne olduğunu az çok biliyordu, babasının yoldaşlarından dönenler olmuş elbette.

Vefat ettiğini birkaç kere söylemiş olsalar da Eunseok bunu hiçbir zaman kabul etmemişti.

"Basın sağ olsun."

"Sağol."

Sonra sustu, geldiğimiz yolun tam tersi istikametine koşarak benden uzaklaştı.

Ona sorduğum saçma sapan sorular yüzünden olduğunu o gözden kaybolduktan sonra anladım.

Pişmanlıkla elimi kafama vursam da iş işten geçmişti. Yarın erkenden gelip limon tarlasında onu bekleyecek ve özür dileyecektim.

Bu düşüncelerle az önce geldiğimiz zeytinliği geçtim. Koşarak geçtiğimiz ekşi limon bahçesine geldiğimde ise onun bıraktığı limon sepetini görmüştüm.

Yarın vermek üzere koluma takıp evin yolunu tuttum.

Eve geldiğimde annem arabadan indirdiğimiz bavulları boşaltıyor ve bir yandan kız kardeşim Somi ve bana bağırıyordu. Kendi işlerimizi kendimiz yapmalıymışız falan filan.

Oysa benim aklım başımda bile değil. Virane gibi evde o kapıdan bu kapıya geçiyorum. En nihayetinde babam başının döndüğünü söylediğinde volta atmayı kesmiştim.

"Wonbin, bir derdin mi var oğlum?"

Halim o kadar yamandı anlayacağınız. Babamı köyün havasındandır diyerek geçiştirmiş ve babamın eskiden kaldığı ancak bu tatilimiz boyunca bana ait olacak olan odaya çıktım.

Küçük ve ya büyük olmayan bir odaydı. Demir ayakları olan ve yatağı oldukça yumuşak görünen bir ranza vardı.  Tam karşısında ahşap bir masa ve onun da çaprazında aynı ahşaptan yapılmış bir dolap vardı. Bir de çift kişilik koltuk vardı. Onun dışında bir eşyası olduğu söylenemezdi. Ha pencerenin her iki yanındaki kocaman kitaplıkları atlamayalım. Odaya sofistike bir profil katmıştı. Odamda pek oturmayı düşünmediğim için pek de önemli değildi zaten ama kitapları kurcalamak için can attığımı söylemeliyim.

Tabi, aklımı başıma toplandığımda.

Hala elimde Eunseok'a ait olan limon sepeti ile duruyor ve onu bir daha ne zaman görebileceğimi merak ediyordum.  Aklıma öyle takılmıştı ki öğlen hatta ikindi geçmiş, annem yemeğe gelmem için çağırdığında bile ben hala elimde ekşi limonlardan biri ile oturmuş onu düşünüyordum.

Ailem ile kısa süren yemeğimizin ardından tekrar odama çıkmış ve babamın kitaplığından isimlerine bakmadan bir kitap seçip odamın en güzel yanı olan minik balkonuma geçmiştim.

Sandalyeme geçip elime aldığım kitabın ismini okudum. Hatta birkaç kez.

Romeo ve Juliet.

Üstelik ilk sayfasına da yıllar önce babam tarafından not düşülmüş bir Shakespeare alıntısı vardı yine.

"Öğret bana, nasıl unutulur düşünmek?"

Romeo ve Juliet'i bir Shakespeare delisi olarak birkaç kez okumuştum elbet. Lakin bu seferki heyecan ilk okuyuşumda olduğundan bile daha fazlaydı.

Ben bunu o gece babamın düştüğü notları okumak için olduğuna yordum.  Fakat çok sonraları fark ettim ki ben aşık olunca Shakespeare okurmuşum...

Dahası, ben o gün Song Eunseok'a vurulmuşum.

---

world was on fire « eunbinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin