1 | Basit bir iş.

159 13 4
                                    

Genç adam, silahı eline alıp uzun, kemikli parmaklarını sapında gezdirdi. Yeşil gözleri her santimini ezberlercesine silahın parlak yüzeyini yeniden, yeniden keşfetti.
Bir yaşamın sona erdirilişinin fermanı salınıyordu namlunun ucunda. Geçmişin derin izleri, silaha baktığı her saniye deşilen bir yara gibi canını yakmaya çalışıyor gibiydi.

Ancak can acısı, bedenini yıllar önce terk etmişti.
Ruhu ise hiçbir zaman acıya boyun eğecek kadar bitkin düşmemişti.

Şifreyi girip silahı özenle kasaya yerleştirdikten sonra son kez baktı.

Kasayı kapatırken, üstünü örtmek için çabaladığı tüm gölgeleri silahla birlikte kilitlemişti.

Elimdeki kahvenin sıcaklığı parmak uçlarımı acıtırken telaşla yatağın baş ucundaki komodinin üstüne bırakıp tekli koltuğa yerleştim.
Melis'in kaçıncı defa aynı filmi izlediğini bilmiyordum ama artık alışmıştım. Her repliğini filmdeki karakterlerle eş zamanlı söylüyordu.
Arkama yaslanıp öylece onu seyrettim.

Morarmış göz altları, on beş yaşındaki bir kızdan uzaklaştırıyordu görünümünü. Teni kireçten farksız, ürperticiydi. Benim dokunmaya kıyamadığım teni, kanserli hücrelerle baş etmeye çalışan cılız bedeninin içinde olup bitenleri yansıtıyordu.

Öylesine zayıflamıştı ki, altı ay öncesindeki halinden eser yoktu. Serum bağlı sol bileğine baktım, dokunduğumda kırılacak gibiydi. Kahverengi gözlerinin feri gitmiş, ölü bir beyazla bakmaya başlamıştı gözümden sakındığım güzellik.

Ölü.

Zihnimi sarmak için pusuda bekleyen şeytanlara fırsat vermeden düşüncelerden sıyrıldım.

"Canın bir şey istiyor mu ablacım?"

Yavaşça bana döndürdüğü kafasını yorgun bir tebessüm eşliğinde iki yana salladı. Minnettar gülüşüyle kıvrılan dudakları kupkuruydu, pembesi tanınmaz haldeydi.

"Abla, biliyor musun film Londra'da çekilmiş."

Gülümseyip doya doya yüzünü seyrettim. "Ee, bebeğim?"

Omuz silkti, dudaklarını büküp.

"Çok... büyülü bir yer. Ela gitmiş daha önce. Batuhan'a anlatırken duymuştum."

"Şu, senin Batuhan değil mi bahsettiğin? Sınıfın yakışıklısı?"

Başıyla onayladı. Gözlerindeki kıvılcım kendini belli ediyordu.

"Ama... pek benim sayılmaz. Bilirsin."

Kaşlarımı çatarak merakla baktığımda eliyle eski, parlak saçlarının tek bir telini bile bulundurmayan başına dokundu.

"Ela'nın saçları... çok güzel."

Boğazım düğümlendi.

Saçları. En değerli varlığıydı onun. Her sabah kalkar, özenle tarar, yapmam için yanıma gelirdi. Her dalgası ayrı güzel, şelale saçlarının yokluğunu atlatamıyordu.
Aynaya bakmak istemediğini bana belli etmemeye çalışsa bile fark edebiliyordum.

Ve aslında, günden güne tükenen ikimizdik.

Anne, babamın yokluğunda hiç bırakmamak üzere sarmalayıp korumaya yemin ettiğim küçük hanım, beni bırakmaya hazırlanıyordu. Kabullenmek istemediğim, her aklıma geldiğinde beyin hücrelerimi kemiren ihtimal bizi bekleyen tek sondu.

Ayağa kalktım. "Ela Londra'ya gitmiş olabilir, ama sen daha iyisine sahipsin!"

Bitkin yüzünde uzun zaman üstüne bir parıltı belirmişti. Bunun sol yanıma doldurduğu sevinç paha biçilemezdi.

DUMANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin