.
parmakları arasındaki sigarayı söndürdüğünde yenisini çıkarmak için paketine yöneldi. bir dal daha alıp dudaklarına koyduğunda rüzgar çakmağını yaktı.
kaçıncı sigarası?
saymamıştı ki.
kimin umurunda? aptal takıntıları bırakması gerekiyordu. hangi takık her şeyi tek sayı yapmaya özen gösterir? tek sayı kalemler, tek sayı tişörtler, tek sayı ayakkabılar, tek sayı sigaralar. nereden esti de geldi bu tek sayı merakı?
parmaklarını sevmezdi, iri ve hoş gözükseler de çift sayılardı. aslında küçükken acaba birini kessem mi diye düşünmüştü. sonra belki bir gün işe yararlar diye vazgeçti. sonra gözleri, herkesin bakmaya doyamadığı ela gözleri de ikişer taneydi. soktuğumun şehrinin plakası bile çift sayıydı. 06. ne rezalet bir numara.
plakası çift sayı olsa da reddedemezdi, tam onun şehriydi burası. tabii yalnızca sonbahar ve kışları. aptal yazdan oldu olası nefret ediyordu. gerçi güzel yanları vardı. geceleri hafif esen rüzgar, balkonlardan gelen okey taşı sesleri, fabrika tadı veren pahalı dondurmalar...
ama sıcak her şeyi mahvediyordu. soğuk adamıydı barış alper, üşümeyi hatta donmayı severdi. terlemek ona göre değildi. sıcak ve ter sadece yatakta güzeldir diye düşünürdü hep. mesela şu an üzerinde sadece boxerıyla soğuk esen pencerenin önünde saatlerce sigarasını tüttürebilirdi. ama güneşin alnında sokağa bile çıkamazdı.
arada bir acaba kuzeye falan mı kaçsam diye düşündü. ancak kelimenin tam anlamıyla bir işkolik olduğundan dolayı bunu yapamayacağını anlayınca kıyafetlerini çıkarır saatlerce soğuk suyun altında nefesi kesilene kadar beklerdi. hiç ortası yoktu barış alperin. her şeyi ya çok iyi yapmalıydı, ya da sıçıp sıvamalıydı.
oysa mid yaşama hep çok özenen biri olmuştu. 'orta yol en iyisidir, bir şeyi çok yaptığında boğulursun, az yaptığında yoksunluk çekersin, der buda.' ama uçlarda yaşayan biri olduğunuzda, bunları yapmak ya kendini bir şeylerle sınırlamaktı, ya da bir şeylere zorlamak.
aklında geçen düşünceleri kağıttan uçak yapıp aşık olduğu şehrin manzarasına doğru fırlattığında, arkasını döndü. sıcacık yorgana sarılmış, dağılmış sarı saçlarıyla mışıl mışıl uyuyan oğlana baktı. içinden uyuması bile güzel diye geçirdi barış.
ama hayır.
tekrar düşündü ve sarışının uyumasını sevmediğine karar verdi.
dün gece yaşadıkları yakın anlarda gözlerini sürekli yumup durmuştu oğlan. barış ona gözlerini açması için defalarca emir vermiş, ama sarışın hissettiği acıyla karışık zevk yüzünden iradesini kaybetmişti. gerçi, iradesi yerinde olsa da açmazdı gözlerini. inat değil mi? barış ne yapsa tersini yapar, keçi gibi inatlaşırdı. zaten biraz da bu yönüyle dikkatini çekmişti çakma sarışının.
barış mavi gözleri sevmezdi. onlara baktığında içi bir hoş olur, midesini nereden geldiği bilinmeyen bir bulantı sarıp sarmalardı. mavi rengini sevmezdi. tonlarından bile ölesiye nefret ederdi. bir diğer takıntısı da buydu çakma sarışının. mavi. ama bu çocukta anlamlandıramadığı bir şeyler olduğuna emindi. ankaranın gri tonlarını süslemek istercesine parlardı mavileri. sanki ankarada deniz yok diyen herkese inat, bağırıyordu ben buradayım diye.
onu ilk gördüğü anı düşündü. yıllardır olduğu gibi siktiri boktan davalar için ter dökerken sadece kendisine yardımcı olacak bir çalışan istemişti. ve şimdi şehrin en bilinen otelinde bir oda ayırtmış, bir düzine işsiz gencin kendisiyle yapacakları münazara için hazırlanışlarını izleyerek zaman kaybediyordu. koca ankarada istediği kriterlerde bir kişi bile olmaz mıydı? tamam, oldukça mükemmeliyetçi bir adam olabilirdi. ama yine de imkansız kriterlere sahip değildi. en azından ona göre.
YOU ARE READING
suits, barsem
Teen Fictionşirket politikası gereği kendine asistan bulmak zorunda kalan avukat barış alper yılmaz ve hukuk fakültesinden atılan semih kılıçsoy'un yolları bir gün kesişir.