açılış

27 9 48
                                    

Sevgili okurum,

Umay'ı tanıyorsan, ne kadar yorucu bir karakter olduğunu bilirsin.

Kafamı dağıtmak ve kalemimi geliştirmek için başka bir şeyler yazma ihtiyacı hissettim.

Umarım hoşuna gider, gitmezse Ali ustamla bir olup beni çekiştirebilirsin.

İyi okumalar.

Bu güzel edit ve kapak için emirsaltas
çok teşekkür ederim, ellerine sağlık <3

Bu güzel edit ve kapak için emirsaltas çok teşekkür ederim, ellerine sağlık <3

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


𓅰 𓅬 𓅭 𓅮 𓅯

Bir varmış, bir yokmuş... diye başlamamı istedi yazar ama benim neyim var ki yok olsun?

Öyle ya, kimse kaleme almamış benim gibi birini. Ömrüm boyunca ne göz alabildiğine mavi ufuklara dalabildim ne de masallardaki gibi uçsuz bucaksız bir maceraya atılabildim.

Benim dünyam şu küçücük dükkânın dört duvarına sığdı. Kucağıma düşüverdi, ben de ona sahip çıktım. Gönlümü katıp her sabah bir evlat gibi büyüttüm. Kapısının menteşesini yağladım, raflarını düzelttim, tozunu aldım. İçinde ne varsa hepsini kendimden bir parça bildim.

Ne vakit kapıdan içeri bir müşteri adım atsa, bir anlığına hayat dolar dükkâna. Tozlu rafların arasına sesler karışır, bayat çay kokusuna eski günlerin muhabbeti eklenir. Kimisi elinde iki gazozla çıkar, kimisi yarım kilo şeker alır, ağız tadı bir tatlılık kalsın diye. Bazısı ise sırf selam vermeye uğrar; lafı dolandırır, eski günlerden dem vurur, "Hatırlıyor musun?" der, ama aklı eski mahallede, çocuklukta kalmıştır.

Onlar çıktığında eskimiş ampulün titrek ışığında her şey daha silik, daha soluk görünür gözüme.

İşte, koca bir ömrün bana miras diye bırakılması başka türlü nasıl anlatılır, bilemiyorum. Belki de yazarın bir ihmali, belki de bana başka bir hayatın lütfedilmemesiydi. Kim bilir.

Dillere destan bir evlilik, çocuk sesi, aile saadeti de nasip olmadı ki bana. Anamın kulağıma eğilip fısıldadığı o tatlı temenniler, "Ali'm, bir ocak tüttüresin, bir yuvanın sahibi olasın!" unutulmuşlukların arasında kaldı.

Bana sorsanız, "Ali Usta, niye gurbette yaşar gibi yalnızsın?" diye, cevap veremem. Gurbet bile insana bir memleket vaat eder. Bir dönüşü vardır, bir bavul dolusu hayal koyar insan o dönüş yoluna...

Bana bunu o öğretmişti. Yaşına bakmadan, kırk yıllık bir dost misali, hayatın bana unutturduğu, gözlerimden kaçan tüm incelikleri hatırlatmıştı. Bir başkasına anlatamayacağım ne varsa, hepsini o bilirdi. Yüreğimde saklı yaralarımı, kimselere diyemediklerimi de bilirdi.

Geride ne kaldı derseniz; boş bir sandalye, soğumuş bir kahve fincanı, yarım kalmış bir çift kelam...

Sandım ki vakti gelir de unuturum bu garip hisleri...

Artık anlıyorum ki bazı yaralar kapanmazmış, bazı gidenler ise asla geri dönmezmiş.

Ah, bu hikâyeyi kaleme alan yazarın kalemi, acımasız bir ustalıkla işlemiş benim kaderimi!
Satırlarında bana biraz olsun merhamet göstermek bir yana, ardında tek bir umut kıvılcımı bile bırakmadan çekip gitmiş işte.

Nice kahramanlar yaratmış o mürekkep; kimileri gökleri aşmış, kimileri denizleri boylamış. Ama benim payıma... eski bir dükkân ve cızırtılı bir radyo düşmüş. Başka bir hayata, başka bir kader yoluna geçmeye yeltenmemiş bile. Bilmez miyim ben onun tembelliğini, elimde kanıt olsa döküverirdim önüne.

Fakat mecâlim kalmadı. Ne diyebilirim ki daha fazla? Her şeye ziyadesiyle doydum. Şu dükkânın tahtaları yıprandıkça, yıllar belimi büktü, yüreğimi ise usul usul inceltti. Hayatın getirdiği onca gamın, yitip giden dostların hatırına; kelimeler kifayetsiz kaldı, zira gönlüm yükü fazla gelmiş bir sandık gibi çatırdıyor artık.

Şayet susmayı yeğlediğimden, bu işin burada bittiğini sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Benim susmam, bir son değil, tez vakitte nihayete erecek bir ara olabilir. Bağışlama değil, belki de bir tür dirençtir; gözlerimdeki acıyı, içimdeki kırıkları ne bir kelime ne de bir bakış düzeltebilir.

Ama siz... siz susmak zorunda değilsiniz. Eğer bir şey anlatılacaksa, ben varım burada; hâlâ bekliyorum, hâlâ dinliyorum...

Söyleyin o pek kıymetli yazarınıza! Her ne kadar ben dilimi bağlasam da, kalbimin derinliklerinde biriktirdiğim tüm sözler hâlâ ağzımda kırgın bir hıçkırık gibi duruyor.

Beni susturmak kolay olabilir ama anlatılmayı bekleyen hikâyeler susmaz.

Bir varmış, bir yokmuş... diye başlamamı istemişti değil mi?

Eğer bu hikâyeyi böyle başlatıyorsa, o masalın içine ete kemiğe bürünmüş bir ömür katmalı. Yalnızca üç beş satır değil, derin yaralarla yoğrulmuş, hasretle beklenmiş, yeri geldiğinde sevdayla kavrulmuş bir hayat koymalı.

Söyleyin işte ona...

Ali Usta her sabah, hâlâ kapının önünde aynı mahzun bakışla yol gözlüyor. O vakit bir el dokunacak sanıyor omzuna, eski bir dostun sesi yankılanacak zannediyor köhne dükkanın duvarlarında. Lakin ne gelen var ne de beklenen...

𓂃 ོ𓂃

-MAVI PIKA-

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Nov 14 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Raf Arası HikâyelerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin