Hani bazen kendinizi çok kötü hissettiğiniz zamanlar olur. Hiçbir nedeni olmamasına rağmen. Sadece bir anda kendinizi boşlukta gibi hissedersiniz ve canınız hiçbir şey yapmak istemez. Kendinizi bedenen ve ruhen yorgun hisseder ve tamamen kötümser düşünmeye başlarsınız. İşte şu an tam olarak o zamanlardan biriydi ve canım çok sıkılıyordu. Hayattan bezmişcesine oturduğum yatağımdan kalkıp etrafa bakındım ama oflayarak tekrar oturdum. Cidden ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Ruh halim kendisiyle çelişiyordu. Hiçbir şey yapmak istemiyor ama aynı zamanda birçok şey yapmak istiyordum. İkisinin de tek ortak noktası rahatlamaya ihtiyacım olduğuydu. Müzik dinlemek beni en çok rahatlatan şeylerden biri de olsa şu an onu bile yapamayacak kadar yorgun hissediyordum. İşte asıl cümle buydu aslında. Müzik dinleyemeyecek kadar yorgunum. Eğer kulaklığı can damarı olmuş biri bunu söylüyorsa gerçekten mahvolmuş demektir. Mahvolmuştum, zavallıydım, boşluktaydım ve kimsem yoktu. Ve benim gibi insanlar artık yalnızlığı önemsemezlerdi. Daha doğrusu gerçek bir arkadaşları olsun isterlerdi ancak bu onlar için büyük bir lüks olduğu için sadece hayaliyle yetinirlerdi. Yalnızlığın bir arkadaşın olmaması, çevrendekiler tarafından tanınmamak olmadığını veya sevgili olmaması durumu olmadığını bilirlerdi. Yalnızlık, gerçekten sizi anlayacak ve önemseyecek kimsenin olmamasıydı. Yalnızlık, etrafındaki gereksiz kalabalıktan yükselen seslerden soyutlanıp, kendi düşüncelerinin bangır bangır bağırmasıydı. Yalnızlık, etrafınıza ördüğünüz o duvarların arasına sıkışmaktı. Yalnızlık, hiç acımadan sizi içine çekebilen acımasız bir boşluktu. Ve yalnızlıktan kurtuluş yoktu. Ve biz yalnızlar çoğu zaman şu an hissettiğim gibi hissederdik. Diğerleri bu tür zamanlarda ne yapıyorlardı bilmem ama ben anlamsızca tavanı izlerdim. Sanki böyle yapınca iyi hissedecekmiş gibi. Düşünürdüm. Her şeyi. Yaşadıklarımı, yaşamadıklarımı, yaşayamadıklarımı. İnsanları düşünürdüm. Neden bu kadar acımasız olduklarını düşünürdüm. Nasıl bu hale geldiğimi düşünürdüm. Ve sonra boğazıma bir şey düğümlenirdi. Gözlerim dolardı. Ve sonra...ağlardım. Hıçkıra hıçkıra. Ve sonra ağlamaktan yorulduğumda aynaya bakardım. Kızarmış gözlerime bakıp, kahroluşumu izlerdim. Ve bir kez daha bu hayattan kaçmam gerektiğine karar verirdim. Ama bu sefer öyle yapmayacaktım. Eğer müzik dinleyemiyorsam illa ki başka yapacak bir şey bulabilirdim. Yazı yazabilirdim mesela. İçimdeki çığlığı dışarı sessizce atmanın tek yolu buydu belki de. Üzerinde eiffel kulesi bulunan gri defterimi açtım ve en son yazdığım şeye baktım.
Ve bu defteri bulup bunları okuyan kişi, sana yemin ederim ki ben bütün kötülüklerin o karanlığında saklanan kırık bir kızdım. Ve kırılmaya devam ediyordum.
Yeni bir sayfa açtım. Her bir parmağımı oynattım ve elimi yumruk yapıp sıktım. Neden böyle yaptığımı bilmiyordum ama her yazı yazmadan önce bu hareketi yapardım. Sanki yumruk olan elimi açtığımda kelimeler avucumdan dökülecekmiş gibi...
İlk kelimemi yazmak için elimi kaldırdım ama kalem almadığımı farkettim. Oflayarak oturduğum yerden kalktım ve kalemliğimden tükenmez bir kalem alıp tekrar oturdum. Yazmak için bir hamle yaptım ama az önce yazacağım şeyi unutmuştum. Gözlerimi devirdim. Bir insan nasıl bu kadar unutkan olabilirdi ki? Bu konuda master yapmıştım resmen. Ne yazacaktım...ne yazacaktım...hadi ama... Zihnimdeki kelimeler etrafa kaçışıyor ve ben onları yakalayamıyordum. Pekala, eğer hatırlayamıyorsam yeni bir şey düşünebilirdim. Normalde elime kalem alıp ne yazsam diye düşünmezdim. Düşüncelerim bas bas bağırmaya başlayıp kendilerini dışarı atmak istediklerinde elime bir kalem alırdım ve kendileri kağıda dökülürlerdi. Ama şimdi...olmuyordu. Az önceki koşuşturmacaya rağmen şu an köşelerine çekilmiş sessizce oturuyordu kelimelerim.
Yazı da yazamayacağımı anladığımda sırt üstü bir şekilde yatağa atladım. Beynim resmen kitlenmişti. Tavana baktım. Gözlerimi kırpmadan sadece bakıyordum. Bir süre daha öyle durduktan sonra kafamı iki yana salladım. Kendime gelmeliydim. Ama bunun için ilk önce yattığım yerden kalkmalıydım. Kollarımdan destek alarak yavaşça kalktım ve etrafa bakındım. Canım hiçbir şey yapmak istemiyordu. Sadece uyumak istiyordum. Uyumak ve gerçeklerden kaçmak...
Ve yine yattım yatağıma. Gözlerimi kapatıp hiçbir şey düşünmemeye çalıştım. Sağa döndüm. Biraz sonra rahat edemeyince yüz üstü yattım. Bir süre de böyle durdum. Uyuyamıyordum. Ama bu seferki uyuyamama sebebim düşüncelerim değildi. Hava cidden sıcaktı ve en az otuz sekiz derece olduğuna bahse girebilirdim. Tekrar kalkıp banyoya gittim ve soğuk suyu açtım. Kıyafetlerimi çıkarıp suya girdim ama su cidden buz gibiydi. Çok az da sıcak suyu açtım. Şimdi daha iyi olmuştu. Gözlerimi kapatıp başımı duş başlığının altına soktum. Sanki yağmurlu bir havada dışarıda şemsiyesiz bir şekilde duruyormuşum gibi hissettiriyordu. Su damlaları tenimin üzerinden yavaşça süzülüp küvete düşerken hareketsizce durmaya devam ettim. Ruhen huzur verirken, aynı anda fiziksel olarak da huzur veriyordu. Artık banyodan çıkmam gerekecek kadar uzun süre böyle kaldığımda saçımı bir kez şampuanladıktan sonra durulanıp suyu kapattım. Hızlıca kıyafetlerimi giydim. Sanırım artık uyuyamamam için bir sebep yoktu. Odama gidip yatağıma atladım. Artık sadece uyumak istiyordum. Esnemeye başladığımda gözlerimi kapattım. Ve uykuya dalmam hiç de uzun sürmedi.
Merhabalar! İlk hikayemi yayınlıyorum ve gerçekten heyecanlıyım. Yazarken hata yapmışsam affola. Bu arada sizi vote ve yorum yapmanız için zorlayacak değilim elbette, ama yine de görüşlerinizi bildirirseniz beni ne kadar mutlu edersiniz bilemezsiniz. Desteğinizi bekliyorum, şimdiden hepinize teşekkür ederim ^^
Not: Eleştiriye açık bir insanımdır, istediğiniz gibi eleştirebilirsiniz :)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Solgun Kelebek
Teen FictionBüyük bir caddenin kenarındaki kaldırıma oturun ve insanları izleyin. Bir yerlere yetişmek için koşanları, el ele tutuşmuş sevgilileri, arkadaş grubuyla birlikte eğlenenleri, para kazanmak için mendil satan çocukları, usulca yürüyen yaşlı adamı... H...