Iki Cihan Güneş'i , "Mal senin, borç benim!" diyordu
Onun ideali, insanlığa hizmetti, yoksa insanlığın kendisine hizmeti değildi. O sebepten eline geçeni yemez yedirir; içmez içirir; yönettiği insanların mutluluğuyla mutlu olurdu.Yine âdeti üzere eline bir miktar imkan geçmiş, çevresine de münadiler göndermişti.
Sesleniyorlardı Medine sokaklarında münadiler:
- Resulullah (sas), mescidin önünde muhtaçları bekliyor. Miskin derecesinde ihtiyaç sahibi olanlar gelsin, hisselerine düşecek yardımı alsın, kimse mahrum kalmasın!Az sonra mescidin önüne muhtaçlar toplanmışlardı. Mutluydular. Çünkü kasıp kavuran ihtiyaçlarının hiç olmazsa bir kısmını karşılayacak imkana kavuşacaklardı.
Nitekim düşündükleri gibi de oldu. Efendimiz (sas) gelenleri şöyle bir gözden geçirdikten sonra mevcudu da hesap ederek önünden geçenlere hisselerini veriyor, onlara tebessümle bakarak mutluluğunu da açıkça hissettiriyordu.
Mutluydu. Çünkü O'nun en büyük mutluluğu insana yardım, insana hizmetle meydana geliyordu. İşte o anda da insana hizmette bulunuyor, ihtiyaç sahiplerinin sıkıntılarını gideriyordu.
Nihayet elindeki imkan bitti, yardım isteyecek insan da bitti. Demek ki hesap iyi yapılmıştı.
Ne var ki çok zaman geçmedi, ötelerden kan ter içinde koşup gelen bir bedevi görüldü. Adam hem ufkuna bakıyor, hem de nefes nefese koşmaya devam ediyordu. Nihayet geldi, şöyle bir nefeslendikten sonra söylendi:
- Yardım dağıttığınızı söylediler onun için nefes nefese koştum; ama yine de yetişemedim! Zaten hep böyle şanssızım ben.
Çok üzgündü yoksul adam. Anlaşılan ihtiyacı da fazlaydı. Böyle bir fırsatı mutlaka değerlendirme niyetiyle koşmuştu; ama yine de yetişememişti.
Allah Resulü sordular:
- İhtiyacın çok mu fazlaydı?
Saymaya başladı yardım alabilseydi neler alacağını.
Hepsi de zaruri ihtiyaçtı. Demek ki adamın ihtiyacı şiddetliydi. Ama Resulullah'ın imkanı da bitmişti. Elinde avucunda olanı tümüyle vermiş, geriye tek dirhem bile kalmamıştı. Şimdi ne olacaktı?
Efendimiz (sas) şefkatle baktı bedeviye. Sonra da beklenmeyen teklifini yaptı yoksul adama:
- Üzülme, ihtiyaçlarını yine alacaksın. Hem de hiçbirini bırakmaksızın!
- Nasıl? diyerek heyecanlandı yoksul adam. Efendimiz kelimelere basa basa konuştu:
- Şimdi buradan kalk, şehrin içine dal, ihtiyaçlarını nerede bulursan al ve aldığın satıcılara da de ki:
- Mal bana ait, parasını ödemek de Resulullah'a! Allah'ın Resulü ödeyecektir. İstediğimi verin!
Adam sevinçle çarşının yolunu tuttu. Zihninde neleri alacağının hesabını yaparak heyecanla gidiyordu.
Olaya şahit olan Hazreti Ömer, fedakarlığın bu kadarına şaşırmış gibiydi.
Nihayet düşüncesini dile getirmekten kendini alamadı da dedi ki:
- Ya Resulallah! Sen gücünün yettiğiyle mükellefsin, yoktan da vermek zorunda değilsin. Elinde olanı tümüyle dağıttın, geriye bir şey kalmadı. Neden başkalarının borçlarını da yükleniyor, onların ihtiyaçlarını da karşılamak mecburiyetinde bırakıyorsun kendini? Bu kadarı da fazla değil mi?
Bu sözlerden hiç de memnun olmayan Resulullah'ın yüzündeki tebessümün kaybolduğu görüldü. Halbuki o ana kadar çok mutluydu, tebessümünü çehresinden hiç eksik etmemişti.
Bu defa da saf görünüşlü bir adam söze karıştı:
- Ya Resulallah, sen Ömer'e bakma ver, Allah da sana verir, dedi.
Bu sözden memnun kalan Resulullah'ın tebessümü tekrar yüzünde belirdi, "fedakarlığa devam et" sözünden memnun olduğu anlaşılıyordu.
Doğumunu idrak ettiğimiz Allah'ın Resulü, kendinden sonra gelenlere böyle örnek olmuş, böylesine feragat ve fedakarlık numuneleri vermiştir.
İnsanlık şimdi böyle örneklere muhtaç değil mi?