Odamın camından asfalt yolda tek başına bisiklet süren küçük çocuğu izliyordum. Hava güneşli ve tek bir bulut bile yok. Normalde benim yaşımdaki bir kızın arkadaşları ile gezmesi için mükemmel bir hava. Oysa ben, dışarı çıkmak zorunda kaldığımda, morluklarım görünmesin diye balıkçı yaka kazaklar, uzun kollu tişörtler giyiyorum. Acınası bir durumdasın Ezra.
Sıkılıp yatağıma oturacağım sırada kapım tıklandı.
"Girebilir miyim güzelim?"
Babam gelmişti. 'Girebilirsin' demek yerine gidip kapıyı açtım. Yüzüne bakmadan gidip yatağıma oturdum. Aslında onların bir suçu yoktu, ama ben kimseyle konuşmak istemiyorum. Konuşmak boşa zaman kaybıdır.
Arkamdan gelip tam karşıma oturdu.
"Nasılsın Ezra?"
Baygın bakışlarımı babamın yüzüne çevirdim. Bunaltıcı sıcakta balıkçıl yaka ve uzun kollu kazakla duruyorum. Evet baba durumum mükemmel.
"Kendini odana kapatarak bize yardımcı olmuyorsun Ezra. Kızım gözlerimin önünde mum gibi eriyor ve ben bir şey yapamıyorum. "
Yüzüne bakamıyordum. Gözlerimi, tuttuğu ellerime indirdim. Ne hastalığım ne de ailem hakkında konuşmak istemiyorum.
"Konuş benimle kızım. Sen benim canımdan bir parçasın. Konuşmayarak yaptığın tek şey beni cezalandırmak. "
Yine sustum. Elimden başka bir şey gelmiyordu ki.
Babam derin bir iç çekip çenemi tutarak kaldırdı.
"Dün akşam annenle konuştuk. Kızacağını biliyorum ama seni tekrar kliniğe yatırmalıyız."
Hışımla ayağa kalktım. İstemediğim bir yere zorla götürmek ne demek oluyor!
"Hayır gitmeyeceğim oraya! Ben deli değilim! Beni o deliğe kapatamazsınız!" deyip şifonyer üstündeki eşyaları yere fırlattım. Dayanacak gücüm kalmıyor. Yürüyemiyorum bile! Koluma çarpan şifonyerin köşesi yüzünden acı bir çığlık attım. Mosmor olan yere denk gelmişti.
Babam hemen ayağa kalkıp beni kollarının arasına aldı. Ağlıyordum artık. Gözlerimden düşen damlalar, direncimi de düşürüyordu.
"Yapmayın ne olursunuz! O deliğe girmek istemiyorum! Bırakın çürüyerek öleyim. Huzur vermiyorsunuz bana! Bırak beni lütfen. Elinizden hiçbir şey gelmeyecek kabullen artık!"
Babamın kollarını ittim. Bir acı daha. Canım yandığında dişlerimi sıkmaktan yoruldum artık. Katlanamıyorum!
Bir anda ağlamamı durdurdum ve gözlerimdeki yaşı elimin tersiyle sildim.
"Lütfen dışarı çıkarı çıkar mısın baba? Ne senin fikirlerini, ne de annemin beni o deli hastanesine yatırma fikrini kabul etmiyorum. Kesinlikle böyle bir şey olmayacak. Lütfen beni yalnız bırak!"
Ağzımdan dökülen kelimeleri duyunca şaşıran babam, hiçbir şey demeden tökezleyerek dışarı çıktı. Belki de onu bu sözlerimle paramparça ediyordum ama onlar beni tuzla buz etmişlerdi. Hak etmiyorlardı belki, ama bende haketmiyordum.
Tuttuğum gözyaşlarımı yeniden bıraktım. Yaşamak ağır geliyordu ve bunun hastalığımla tescillenmesi bütün umudumu kırıyordu. Başaramayacağımı bilerek bu hastalığa direnmek hangi mantığa hizmet veriyordu ki?
Yavaşça yatağıma oturdum. Boş boş yerdeki kum beji rengindeki halıya bakıyordum. Donuk bakışlar, çürüyen hayatım, mosmor olan bir beden ve ben. Baş başa kalıyoruz işte. Zamanımı, hayatım olan bu dört duvar arasında ölmeyi bekleyerek tüketiyorum.
------------------------
Akşam yemeğine doğru içinde olduğum duruma hayıflanmayı bıraktım ve üstümü değiştirdim. Yemeğimi yedikten sonra ilaçlarımı içmem gerekiyordu. Yoksa bütün bir gece sancılı bir uyku uyur, morluklarım biraz daha büyürdü. Daha fazla dert istemeyiz değil mi?
Sessiz adımlarla salona doğru ilerledim. Annem beni gördüğü gibi yanıma geldi. Nasıl olduğumu sordu ve yemekte bana bir sürprizi olduğunu söyledi. Acaba yemekten sonra bana sihirli bir iksir mi verecek ve bütün hastalığım bir anda yok mu olacak? Komik.
Evde kısa bir süre göründükten sonra arka taraftaki müştemilata gittim. Orası siyah olan hayatıma gri rengini katıyordu. Boyalar, tuvaller, resimler, kalemler ve daha bir çok malzeme o küçük evde dağınık bir şekilde duruyordu. Toz altında kalan tek yeteneğim bu.
Duvar raflarında duran lastik tokayı aldım ve saçlarımı topladım. Kalkıp resim yapacağımdan değil ama en azından kafamı dağıtıp bu klinik meselesini olgunca düşünmeliydim. Sonuçta çocuk gibi davranmanın bir yararı yoktu.
Masanın üstündeki kurumuş boyaları tek tek kazıdım. Ellerimdeki morluklar o kadar acıyordu ki dayanamayıp masanın işini sonraya bırakmaya karar verdim. Hayatımın her yerinde bana engel olmaya devam ediyorlar. Tüp boyaları sakince kutulara dizdim. Üst rafa koymak için kolumu uzatmam gerekiyor fakat kollarımı gergin tutunca yoruluyorum ve morluklar acımaya başlıyor. Umursamadım ve inadına o kutuyu üst rafa koymak için kolumu uzattım. Tam bırakacakken, kutuyu tutamadım ve geriye doğru düştü. Refleks olarak kutunun bir gürültü çıkarması için gözlerimi yumdum ama ses gelmedi. Arkamı döndüğümde, ağabeyim kutuyu elinde tutmuş suratıma karşı sırıtıyordu. Demek evdeki bütün telaş çok sevgili ağabeyim geleceği içinmiş.
"Sen hiç akıllanmaz mısın be kızım" deyip gülümsedi. Kutuyu hemen solumuzda duran masaya bırakıp bana temkinlice sarıldı. Belli ki canımı acıtmak istemiyordu. Kerem'in düşünceli yanı insanı büyüleyecek kadar güzeldi.
Ona gülümsemekle yetindim. Beni kliniğe yatmam gerektiğine ikna etmek için geldiğine adım gibi eminim. Madem kandi kararımı verebileceğimi düşünmüyorsunuz ve bana çocuk gibi davranıyorsunuz,
Bende size göre oynarım o zaman.