Kızgın Ağustos Güneşinin altında donuyorum. İçim üşüyor benim, damarlarımda akan kan buz tutmuş gibi hissediyorum. Aylar önce kestiğim bileklerim acıyor. O kesikler sızlıyor ben buradayım dercesine.
Bakıyorum bileğime, hala orada o kesikler tüm gerçekliği ile. Belli belirsiz izler kalan bileğim beni geçmiş günlere götürüyor. Mutfak çekmecesinden o meyve bıçağını alırkenki kararlılığımı hatırlıyorum, sonra bileklerime batırırkenki pes edişliğimi. Ama o gün ruhumdaki yaşamak isteyen taraf ağır basıyor ve birkaç ince kesikten sonra ağlayarak vazgeçiyorum, olmuyor, cesaretim o noktada son buluyor.
O giderken benim kalbimi de söküp götürdü. O günden beri her gün parçalanıyorum, her saniye bedenime binlerce iğne batırılıyor. Canım o kadar çok yanıyor ki her saniye artık bu acı gitsin istiyorum. Onu geri istiyorum biliyor musunuz? Çok özledim ben. Hafif kumral saçlarını, gözlerindeki yaşam parıltısını, kızınca kaşlarının ortasında oluşan ince çizgiyi...
Her şeyini özledim. Ama en çok kahkahasının tınısını özledim. Ben onsuz yasayamam ki... 3 aydır her aldığım nefes bana haram gibi geliyor. Ciğerlerim o nefesi kabul etmiyor. Ruhu ölen bir insanın nefes almasının ne amacı vardır değil mi?
Gitmezdi o, gitmedi de zaten değil mi? Az sonra yine odamın küçük balkonuna çıkacağım ve karşı apartmanda penceresinden bana el sallayacak. Her ağladığımda ona koşacağım bana sarılacak, saçlarımı öpüp geçti diyecek. Bunların hepsi oluyor biliyor musunuz? Her gün balkonuma çıktığımda karşı pencerede onu görüyorum, ama her zamanki gibi gülmüyor o kızıyor. Bir şeye kızgın. Canı yanıyor gibi sanki. Gözleri sönük. O da beni özlüyor mudur sizce?
Rüyalarıma giriyor bazenleri, saçlarımı öpüyor. Sonra kayboluyor bir veda bile etmeden. Sahi o bana vedasını her sosyal medya hesabında engelleyerek vermemiş miydi?
Ama o beni görmek için geliyor biliyor musunuz? Kapı çalıyor bazenleri, açıp bakıyorum o. Giydiği mavi gömleği, altında beyaz şortu ile o. Dokunmak için elimi uzatıyorum kayboluyor, benim için gelmemiş miydi zaten? Neden gidiyor ki? Anlamıyorum.
Eski gezdiğimiz kafelerde arıyorum onu, her zaman oturduğumuz sahil kenarındaki bankta oturuyorum. Bankta yanıma oturuyor, o parlak gözleriyle bakıyor uzun uzun gözlerime. Sonra gidiyor. Bırakıyor beni öyle gece vakti yalnız başıma. Oysa geceleri yalnız bir yere gitmeme izin vermezdi? Neden kendisi beni yalnız bırakıyor söylesenize!
Odamda yerlere saçılmış bilyelere basıp düşüyorum bazen. O çok severdi, koleksiyonu vardı. O koleksiyonunun en değerli parçalarını bende bırakıp gitmezdi ki? Onları almaya gelecektir mutlaka.
Yerlere saçılmış Gofret kutuları. En çok onları severdi. Bir o ısırırdı bir ben. Şimdi kendi payımı ısırıyorum, sonra bir parça koparıp kenara koyuyorum. Onun payını da yiyemem. Gelince bana çok kızar yoksa.Sahi ya ne zaman gelecek? Biliyor musunuz? Peki gelince beni bulamayınca üzülür mü dersiniz? Canı da benim kadar acır mı? Ama o biraz taş kalpliydi üzülmez sanırım o kadar.
Hafif bir esinti yalıyor yüzümü. Titreyen bedenimi daha da sarıyor. Her bir uzvum kutuplarda dans ediyor kendince. Çok üşüyorum, onsuz her an donuyorum. Ellerimi de ısıtmıyor artık, omuzlarımda ceketini de hissetmiyorum. Üşüyorum.
Benim küçük kalbim bu kadar acıya dayanamıyor artık. Parçalanıyor, cam kırıkları batıyor her bir yanıma. Sürekli onu görüyorum her yerde. Bu daha da öldürüyor beni.Deliriyorum değil mi? Ama o deli insanları sevmez ki. Delirmem ben. Olmaz. Gördüklerim hayal değil, o. Eminim ben buna. Beni görmek için geliyor. O hep burada, yanımda. Beni korumak için takip ediyor değil mi? Yo, yo delirmem ben.
Her zaman huzur bulduğum sessizlik bile ızdırap veriyor bana. Onun sesini duyuyorum, acı çekiyor gibi. Hayal meyal hatırlıyorum artık sesini. Sessizlikte deliriyorum.
O bana veda etmedi ama ben onun gibi değilim. Bir gün geldiğinde benden son haberini almış olacak.
Hemen sağ köşede beni net bir şekilde görebilecek bir video kamera var. Şu an kayıtta. Bir arkadaşıma da söyledim alacak onu yarım saat sonra, gösterecek gelince. Göstereceği kişilerin listesini vermiştim ona önceden.
Vicdan azabı çeksinler istiyorum. Onlarında azıcık canı yansın çok mu? Fazla üzülmezler zaten, hiçbirinin canı benim kadar yanamaz. Sadece kalplerinde ufak bir sızı oluşsun.
Benim için kim üzülecek sahi ben öldükten sonra? Annem biraz ağlar o kadar. Birkaç da akraba üzülür sanırım. 2 aya kalmaz unuturlar. Peki o öğrenir mi? Öğrenirse üzülür mü ki biraz? Üzülmesin kıyamam ben ona ama tepkisiz de kalmasın ya. Acı çekiyorum ben, o da biraz üzülsün ama canını yakacak kadar değil.
Son dinlediğim şarkının melodisi doluyor kulağıma, aklıma bana son anlattığı masal geliyor. Prenses ölüyordu sonunda. Bizim hikayemizi mi anlattı ki? İleri görüşlüdür o.
Çıplak ayaklarımı köprünün beton zemini yaksa da yürüyorum kenarına doğru. Altımda akan derenin azgın sesleri dolduruyor kulağımı. Taşlara çarpıyor sular. Az sonra bende çarpacağım o taşlara.
Gözlerimden bir yaş süzülüyor, yanaklarımdan çeneme doğru. Acıyor göz yaşının iz bıraktığı yer. Ruhumun son yaşamak isteyen parçası çırpınıyor. Onu yok sayıyorum ama.
Kameraya bakıp gülümsüyorum son defa. İçten bir gülümseme. Son kez güldüğümü görsün istiyorum. Mutlu ölüyorum çünkü. Ilk kez mutluyum son 3 aydır.
Gözlerimi yeniden benim bedenimi alıp götürecek azgın nehire çeviriyorum. Cesedimi bile bulamayacak olmaları bana huzur veriyor. Ben mutlu öleceğim çünkü, bir derede. O ruhsuz kişilerin olduğu mezarlıkta ben korkarım yoksa.
Bir adım sonra yaşam bitecek biliyorum. Son dakikam bu dakika. Telefonu bıraktığım anda ruhumu huzura kavuşturacağım. Bunun için çok sabırsızım biliyor musunuz?
Son cümlelerimi yazıyorum şuan. Her üzüldüğümde yazdığım satırlara son veriyorum. Bu acı veriyor biraz. Ben öldükten sonra yazılarımı yaşatın olur mu?